8. Bölüm : "Karanlığın İni"

119 30 13
                                    

Televizyonun ekranından yayılan kırmızı mavi ışıklar odada yayılıyorken gözlerimden düşen yaşlar zeminde yerini alıyordu. Televizyonda verilen olay maalinden görüntüler aynı ambiansa sahipti.

Kasvet tüm mekana çökmüş, insanlar koşuşturuyordu.

O gündeydim. Anılın kollarımda can verdiği o sahilde. Bu sefer ambulans ışıkları polis arabalarının ışıklarıyla beraber denize yanıyordu. Gözlerime dolan yaşlar etrafa yayılan ışıkları buhulandırıyordu. Üstümde ki elbise Anılın kanına bulanmıştı. Kulaklarımda yankılanan garip bir ses kafamın içinde yankılanıyordu. Ciğerlerimden dökülen derin soluk onca sesin içinde tek duyduğum şeydi.

Kucağımdan kaldırılan bedenle koca sahilde yapayalnız kalmıştım sanki. Gözlerinin kapanış anıyla saatler artık durmuştu. Boş gözlerim yaşadığım felaketi gizlercesine tek noktaya odaklı derin soluklarımsa ölüme inat ciğerlerimi dolduruyordu.

Yaşamla ölüm arasındaki o ince sınır cizgisi etrafımızı sarıp bizi kendi olanaklarına hapsetmişti. Belki üstümüzde 4 yılın küflenmiş anıları saklıydı. Her daim birbirimizin yanında olup sevgimizin daim kaldığı küflenmiş anılar.

Gözlerimi yavaşca kapatıp açtığımda ise bu sefer hastanenin önündeydim. Acilin önündeki kalabalık adeta kıyameti andırıyordu. Yüzüme yansıyan ambulans ışıkları yanıp sönüyor ve her saniyede Anıl içeride yaşam mücadelesi veriyordu. Ellerim buz kesmiş, gözlerim ise ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Ellerime bulaşan sıcak kanı artık soğumuş hatta kurumuştu. Kanımdaki oksijen dibe vurmuş ve yaşamı ellerinden almıştı.

Titreyen ellerim göz hizama girdiğinde usulca yukarıya doğru kaldırmıştım. Üstümde taşıdığım kanı hala o gecenin vahşetini yansıtıyordu.
Çıplak ayaklarıma zeminde bulunan sivri taşlar batıyor ve bazıları kanatıyordu fakat hiç bir açı ruhumdaki acıyla denk değildi. Ona doğru gidiyordum. Ölüme doğru.

Hastanenin otomatik kapısı iki yana açıldığında o kasvetli koku yaşama inat yüzüme sertçe çarpmıştı. Herkes koşuşturuyor kaderlerine yazılmış ölümü engellemeye çalışıyordu.

Yürüdüm. Adımlarımla ardımda kanlı izler bırakarak yürüdüm . Attığım her adımda biraz daha yaklaşıyorum azrailin inine. Kurduğu oyunun ismi ölüm, yazdığı kaderi ise eceli olmuştu.

Hastane personelleri etrafımda koşuşturuyor ve komutlar veriyorlardı.

Benim ise onca sesin içerisinde duyduğum şey ağzımdan çıkan belirli belirsiz mırıltı lardı.

"Ölüm artık tüm cevremize yayıldı deniz gözlü çoçuk."

Durdum. Adımlarım benden bağımsız bir şekilde ilerlemeyi durdurmuştu. Her adımımda ölüme biraz daha yaklaşıyordum.

"Adımlarım seni ölüme biraz daha yaklaştırmıyor gibi hissediyorum deniz gözlü çoçuk ."

Omuzlarıma sert bir bedenin çarpmasıyla geriye doğru sendelemiştim.
Simsiyah gözleri dökülen kanın kırmızılığını silercesine içime işlemişti. İşte tam olarak o an kelimelerin yetersiz kaldığı yaşamların son bulup vardığı o kanlı karanlığı hissetmiştim kalbimde.

" Ölme Anıl. Gözlerinin tabirine inat ölme. Yenilme o masmavi saf görünümlü denizin hırçın dalgalarına."

Duvarda asılı olan saat gece yarısına geliyordu. Seni ölüme hazırlayan gece karanlık kasvetini aceleyle dağıtmaya yemin etmiş gibi.

Olduğum konumdan bir saniye bile ayrılmamıştım. Önünde asılı olan saatle beraber bende sayıyordum. Hiç geçmeyen saniyeler su gibi akıp ölümün avlusunu serinletiyordu.

ARAF 'Sehv'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin