(Duygusal)
Bakışlarım karşımdaki Komutandayken merakla dudaklarından dökülüp zihnime yerleşecek olan kelimeleri bekliyordum. Kurguladığı plan içime bir heyecanın tohumlarını dikerken aklımda dolaşan senaryolar bu tohumu filizlendirmişti. Bedenim heyecandan hafiften kasılmışken ruhum kendisine sürülen leke sebebiyle bir öfkenin ateşinde yanıyordu. Öyle ki bu yangın gözlerime sıçrayıp elbet bir gün birini yakacaktı.
Ellerimi bağlayıp masanın üzerine koyduktan sonra derin bir soluğu ciğerlerime armağan ettim. Komutanın dudaklarından çıkacak olan kelimeleri büyük bir merakla beklerken bakışlarım üstünde gezindi.
Ellerini arkasında bağlamış, bu sebeple de kol kasları gerilmişti. O sıra boynunda parlayan kolyeye çarptı bakışlarım. Ucunda künye olan gümüş bir kolyeydi. Daha önceleri boynunda mıydı bilmiyorum ancak tam şuan boynunda durup parlarken gözlerim oraya kayıyordu.
"Beni Elvin'le baş başa bırakın." Bakışları üstümdeyken kurduğu cümleyle kaşlarım çatılırken diğerlerinin surat ifadesi de tıpkı benimki gibiydi.
Anlamamıştık.
En başında bütün olanları onlara anlattıktan sonra şimdi neden böyle bir emirle onları dışarı çıkarmaya çalıştığını anlayamıyordum. Tek anladığım bir şey varsa o da timdekilerin gözlerinde gördüğüm ifadeydi. Güvensizliğin sırtlarına sapladığı bıçağın sivri kısmının parıltısıydı. Öfkenin tohumları, kırıkların parçaları ve sorgunun en net hali.
"Ne?"
"Neden?"
"Böyle olması gerek."
"Hainin bizden biri olabileceğini mi düşünüyorsunuz?" dedi Ahmet. Sesi sertti. Oldukça sert. İçindeki kırgınlığın sert acısı sesine yansımış, tıpkı sıcak bir ortamdan soğuğa geçerken yüze vuran rüzgarın şiddeti gibi can yakıcı ve koca bir tokadı andıran misaldeydi.
"Çık. Son ikazımdır."
Komutan ise emrinde ısrarcı olup bir açıklama yapmadan onları odadan çıkarma kararı aldı. Bir askere güvenmediğini açıkça belirtmek gibiydi bu yaptığı hareket. Mantıklı bir açıklaması olduğuna elbette ki emindim. Komutanlar her zaman her şeyi askere söylemezdi lakin makul bir açıklamasını da yaparlardı çünkü asker hiçbir zaman sırtında o güvensizliğin bıçağıyla dolaşmak zorunda değildi. Ama o bu açıklamayı yapmamıştı.
Kimse bir daha bir şey diyemedi ve herkes çıktı. Hepsinin suratında gördüğüm ifade canımı yaktı. Komutan eğer onlardan birinin hain olabileceği düşüncesindeyse o düşünceyi oradan çekip çıkarmayı çok iyi bilirdim. Böyle bir durumun söz konusu olduğunu dahi düşünmüyordum. Bu askere yapılan gurur kırıcı bir davranıştı. Onuru zedeleyen, günlerce kafayı patlatmak zorunda bırakıp acaba dedirten bir durumdu. Hiçbir asker bu lakabın altında kalmak istemezdi. Hiçbir asker "hain" olarak anılmak istemez. Hiçbir asker "hain olma ihtimali olan kişi" olmak istemezdi. Canını verdiği topraklardan bu lakapla ayrılmak, döktüğü kanın bir hain kanı olarak görülüp intikamının alınmaması ve arkasından dualar yerine belalar okunmasını istemezdi. Bir asker canını verdiği şu topraklarda kahraman olarak anılmak ve unutulmamak isterdi.
Unutulacağını bile bile.
Ben bu duyguyu yaşamıştım. Bir an için kafamda dönmüştü bu senaryolar. İçime yayılan o zehri, göğsümü daraltan o elleri hatırlıyordum. O duyguyu bu kadar iyi bilirken tam şuan aynısını yol arkadaşlarım yaşarken buna sessiz kalamazdım.