O37 ; paris

327 32 7
                                    





























































📍Manchester, UK.
Sabahın erken saatlerinde, sıcacık yatağımızdan çıkıp yollara dökülmüştük. Takımdan birkaç kişi, ballon d'or seramonisinde yer almak için Manchester havalimanına gelmiştik.

Ruben, zaten küçük olan bavulumu kendi bavulu ile beraber ittirirken yanından ilerliyordum, bir yandan da kendi bavulumu almaya çalışıyordum fakat bugün iyi bir insan olmaya karar vermişti.

Kapı girişindeki kameraya gülümseyip bir yandan kapıya doğru ilerlerken Bernardo ve Ines arka tarafta bavul tartışması yapıyordular. Daha doğrusu Bernardo kendi bavulunu Ines'e itelemeye çalışıyordu.

Ruben, gördüğü kameraya doğru gülerken konuşmuştu. "O en büyük çantayı eşine verip en küçüğünü alıyor. Bana bakın, kız arkadaşımın bavulunu bile kendim taşıyorum. Nasıl bir beyefendiye sahibiz görüyorsunuz."

Birkaç saniye boyunca Bernardo ve Ines'in kapıya ulaşmalarını beklemiştik, Bernardo geldiği gibi itiraz etmeye başlamıştı. "Bizi takas etmeye çalışırken gördün?" Ruben hızla karşı çıkıp konuşmuştu, "Aynı zamanda kameralar için takas etmeye çalıştığınızı da gördük."

Bernardo ses etmeden içeri kaçarken Ines eklemişti, "Hiç bir beyefendi gibi değil". Onlara gülüp kafamı iki yana salladım. Yolculuk oldukça eğlenceli geçecekti.

Uçak kalkmış, Paris'e doğru yola çıkmıştık. Ruben elindeki tabletinden bir şeyler ile uğraşırken bende kafama kulaklıklarımı geçirip gözlerimi kapatmıştım. Bütün gece uyumuştum fakat şu son birkaç gündür üzerine çalıştığım koleksiyon beni oldukça yoruyordu.

Bir kaç saat sonrasında Paris'e varmıştık. Seramoni başlamadan birkaç saat öncesinde Theatre du Chatelet'de olmamız gerekiyordu. Bu yüzden de otelde geçirecek pek bir vaktimiz yoktu.

Otel odasına girdiğim gibi hızla bir duş alıp makyajımı yapmış sonrasında saçlarımı düzleştirip hafif dalgalandırmıştım. Giyeceğim elbise Balmain'in en son çıkardığı uzun bol dökümlü payet elbisesiydi. Siyah kumaşın üzerine sim dökülmüş gibi bir elbiseydi, pek abartılı bir elbise değildi fakat ballon d'or için süper bir elbiseydi.

Kapının çalması ile elbiseyi bırakıp kapıya ilerledim. Gelen Ines'di. Siyah straplez elbisesinde çok güzel olmuştu. Beni süzdükten sonra konuşmuştu, "Halen giyinmedin mi?"

Arkasından kapıyı kapatıp içeriye doğru yöneldim, "Giyinmek üzereydim. Saçlarım anca bitti." dediğimde ellerini göğsünün altında birleştirip bana bakmıştı, "Sana demiştim, keşke benim odama gelseydin, kuaför vardı."

Kafamı iki yana salladım. "Sanki başkası saçlarımı ve makyajımı yapınca bana hiç yakışmıyormuş gibi geliyor." dedim. Bana gülümseyip kafasını sallamıştı, "Tatlım sana her şey yakışıyor. Ama böyle de çok güzel olmuşsun."

Elime elbisemi alıp ona gülümsedim. Ellerini önünde birleştirip kapıya doğru yönelirken konuşmuştu, "Ben lobiye iniyorum, diğer kızlarda orada. Sende gelirsin."

"Tamam!" dedim arkasından, odadan çıkıp kapıyı kapattığında bende hızla elbisemi üzerime giyip son kez aynada kendime bakmıştım. Güzel olmuştu, olması gerektiği gibi. Sonuçta bu elbiseye 3.000 euro bayılmıştım, kötü olsaydı oturur burada saatlerce ağlardım.

Çantamı da elime aldıktan sonra odadan çıkıp lobiye kızların yanına inmiştim. Birkaç dakika sonra Theatre du Chatelet'e doğru yola çıkacağımızı söylemiştiler.

























𝐭𝐡𝐞 𝐥𝐚𝐬𝐭 𝐠𝐫𝐞𝐚𝐭 𝐚𝐦𝐞𝐫𝐢𝐜𝐚𝐧 𝐝𝐲𝐧𝐚𝐬𝐭𝐲. -ruben diasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin