O36 ; moving out and in

367 38 9
                                    









































































📍Manchester, UK.
En başta bitmek bilmeyen bir yaz tatiliymiş gibi gelsede eninde sonunda Manchester'a geri dönebilmiştik. Geçen seneki yaza göre daha güzel miydi diye soracak olursak, evet daha güzeldi ve en önemlisi de sessiz sakin geçen bir yaz ayıydı.

Geçen sene attığımız her adımda bizi bir kaos bekliyor gibiydi. İbiza'ya gitmiştik, ki zaten her şey orada başlamıştı. Miami'ye gittiğimizde yine bir şeyler başımıza gelmişti. Bu sene ise sessizdi.

Yolculuğumuzun ilk durağı bu sefer Miami'ydi. Ben babamı ziyaret etmiştim, her zaman yaptığım gibi. Her yıl daha da yaşlanıyordu, bu sene İnter Miami'ye yardımcı koç olarak işe başlamıştı, eski arkadaşı Becham ile takılmaya başlamış Miami'de hayatını yaşıyordu.

Miami gezimizden sonra ise Meksika'ya gitmiştik, piramitleri görmüş Ruben ve her zamanki tayfası ile beraber bir mağaranın içine bile girmiştik. Tabii onlar girmişti, ben birkaç dakika sonrasında dışarı geri kaçmıştım.

Kapalı alanlara korkum vardı ve mağaralar nedense bu korkumu büyütüyordu. Ruben bir şey olmayacağını belirtsede, erkek milletine güven olmaz.

Bir hafta sonrasında ise İspanya'ya geri dönmüştük, biraz uzun bir yaz tatiliydi ve Ruben senenin başından beri listesine bir sürü gitmek istediği yeri eklemişti. Fakat o listede hep bir İbiza kısmı oluyordu.

Bu ibiza'da ne buluyordu her sene anlamıyordum. Her sene aynı yerlere gidip geliyorduk, ben şahsen sıkılmıştım. Bir kere gelip gördük işte, her sene yaz tatilinde burada ne arıyoruz?

İbiza zaten artık benim kırmızı listeme girmişti bile.

Sonrasında bende annemin balayından dönmesi ile yanına gitmiştim. Birkaç hafta Lisbon'da takılmış ve artık Manchester'a geri dönmüştüm.

Havalimanının dışındaki tanıdık arabaya binmiştim. "Sonunda buluştuk hanımefendi." demişti sürücü koltuğundaki ses. "Alt tarafı 1-2 hafta görmedin beni. Bu kadar özlemiş olamazsın."

Ruben tek kaşını kaldırıp baktığında yanağına bir öpücük kondurmuştum. "Bende seni özledim tatlım ama artık evime gidebilir miyim?" diye sordum. Kafasını sallayıp aracı çalıştırmıştı.

Yola çıktığımızda konuşmaya başlamıştı. "Yazın yaptığımız konuşmayı hatırlıyorsun değil mi?" derin bir nefes alıp kafamı salladım.

"Hatırlıyorum, fakat sencede çok erken değil mi?" Birkaç saniye bana cevap vermemişti. O cevap vermeden ben bir kere daha konuştum. "Zaten evlerimiz birbirine yakın, kimsenin alışmış düzenini bozmak istemiyorum."

"Doro, kimsenin düzenini bozmuş olmuyorsun zaten. Sende, bende tek başımıza yaşıyoruz. Eşyalarını toplayıp benim evime taşınacaksın, kendi evini de satarsın."

Kafa salladım, söylemesi oldukça kolaydı fakat işlevde o kadar kolay değildi. "Çok fazla eşyam var." dedim. Derin bir nefes almıştı, ne diyeceğini tahmin edebiliyordum.

"Evim oldukça büyük. 2. misafir odasını boşaltıp oraya çizim eşyalarını yerleştirebilirsin."

Ona güldüm, "Çizim eşyalarım?" dedim, ışıklarda durduğumuzda kafasını bana çevirmişti. "Ne? Yok mu?" Kafamı iki yana salladım. "Hayır, var. Ama sıkıntım onlar değil, garajda takılsalar da olur. Ama gerçekten de çok fazla eşyam var. Taşıması çok güç olur."

𝐭𝐡𝐞 𝐥𝐚𝐬𝐭 𝐠𝐫𝐞𝐚𝐭 𝐚𝐦𝐞𝐫𝐢𝐜𝐚𝐧 𝐝𝐲𝐧𝐚𝐬𝐭𝐲. -ruben diasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin