CHAPTER THREE: Yediyi Birleştiren Şans
Şans.
Birileri hayatları boyunca yenilikten uzak kalırken birileri de yaşadıkları hayatın onları savurdukları yere doğru götürmesine izin verirdi. Herkes bir şekilde olması gereken yerde, olması gereken insanlarla birlikte yaşamayı diler, en sonunda da orada hayata gözlerini kapatmayı isterlerdi ancak çoğu zaman öyle olmazdı. Nitekim, bazı insanlar rüzgârın onları savurdukları istemedikleri diyarlarda yaşamlarına son ana dek devam ederlerdi.
Şans, herkesin ellerinde tuttuğu o değerli taş değildi. Bu dünyada kaderleri bir yazılmış yedi adam, yedi farklı ruh ve yedi aynı hisler vardı. Hepsi farklı diyarlarda kendi şanslarını ellerinde sıkıca tutmuş sonrasında ise rüzgâra karışmasına engel olamamışlardı. Şans, onları yerle bir etmiş yerle bir ettiği yer ise onları birleştiren bir yer olmuştu.
Seul.
Hiçbirisi için hayat denilen bu olgu kolay geçmemişti. Birbirlerinden habersiz olsalar da yaşadıkları çoğu ana hisleriyle dokunmuşlardı. Aynı anda üzülmüş, aynı anda sevinmiş, aynı anda acı çekmiş ve aynı anda karar vermişlerdi. Aynı anda, hayatları tepetaklak olmuştu.
Namjoon, hayatını adamak istediği mesleğinden aforoz edilmiş, suçlanmış ve yıllardır ailesi olarak gördüğü insanların aslında ailesi olmadığını çok acı bir ihanet ile öğrenmişti. Dürüstlüğün, iyiliğin hiçbir halta yaramadığını da böylelikle anlamış olmuştu.
Seokjin, çocukluk hayali olan mesleğine farklı bir ırktan olmasına rağmen sahip olmuş sonrasında ise kendisinin engel olamadığı farklılıklarından ve tercihlerinden dolayı türlü linçlere hakaretlere ve nefretlere maruz kalmıştı. En sevdiği şeyden nefret etmeyi ise böyle öğrenmişti.
Min Yoongi, kimsesizliği belki de en fazla tadan kişilerden birisiydi. Yalnız geldiği bu dünyada hep yalnız kalmış, hayatın onu iyi seçeneğe değil de kötü seçeneğe götürdüğünü doğduğunda ona gülümseyerek bakan bir annenin olmayışını anladığında fark etmiş, hayatını ise daha değerli taşları çalarak öğrenmişti. Değer görmediği bu dünyada belki de değerli taşları çalmayı bu kadar hayat felsefesi edinmesinin nedeni de buydu.
Hoseok, hayatı boyunca insanlara en çok iyi niyetli davranmaya çalışan kişiydi bu yedi kişinin arasında. Kötü tek bir söz söylemez, yeteneklerini, mükemmelliğini kıyafetlere adar, yaşadığı ve büyüdüğü ülkede en iyisi olmak için çabalardı ancak çabalamanın pek de bir işe yaramadığını emeklerinin çalındığını gördüğünde ve kendi emeklerini çalmakla suçlandığı gün anlamıştı. Belki de doğduğu değil, kendine ait olan yerde yaşamaya devam etmeliydi.
Jimin, içlerinde en çok dışlanan taraftı. Doğduğu ve yaşadığı yer onu bir türlü kabullenmemiş, sürekli dışlamış, onu anlamaya çalışmamıştı. Yine de insanlardan nefret etmek yerine onlara daha çok yaklaşmış, arkadaşlık denilen bu ifadenin kendi kalbinde yarattığı o hissi yakalayabilmek adına uğraşıp durmuştu. Sevmekten ziyade sevilmeyi istemiş, onu sevdiğini söyleyen ilk insana da deli gibi güvenmişti. Böyle anlamıştı Jimin, güven denilen bu duygunun çok çabuk ihanete çevrildiğini. Belki de en çok o güvene açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yes Seven | Taekook
FanfictionBirbirinden haberi olmayan ve dünyanın farklı yedi şehirlerinde yaşayan yedi adamın tek bir ortak noktası vardı; aynı anda doğup kaderlerinin bir olması. * Sense 8 adlı Netflix dizisinden esinlenilmiştir. (Birebir aynı kurguya sahip değildir. Sadece...