İyi Okumalar.
Kocaman bir okyanustu insanların hayatı. O koca okyanusta kaybolan bir gemi de olabilirdik, bir yat da. O okyanusta salınan cansız bir bedende olabilirdik, kulaç atıp mutlulukla ufuğa bakan da. Gözlerini yumarak haline dert yanan da, şükreden de.
O okyanusta yorulursak şayet bir köşeye çekilip dinlenemiyorduk. Ya akıntıya kapılıp gidecek, rüzgara boyun eğecektik; ya da akıntının tersine kulaç atacak yaşamaya çalışacaktık.
Kendini koyveren bir varlık, direnene göre daha akılsız görünebilirdi. Lakin direnenin direnci boşaysa akılsız olan, kendini koyveren değil, direnendi.
Hayat o büyük okyanusta attığımız her azimli kulaçı tek bir nefesle yerle bir edebiliyordu. Hayat öyle acımasızdı ki, umutların tükenmesi de, geri yeşermesi de tam vazgeçtiğinde gerçekleşiyordu.
Okyanustan kıyıya çıkmak mümkün değilken en ufak umut tanesi insanı düşlerle de olsa o kıyıya götürüyordu. Ayağını kuma, yüzünü güneşe döndürüyordu. Bunca dengesizliğin yorucu olması kaçınılmazdı. Yoran bir hayat, acının da en büyük tanımıydı.
Okyanusta küçük bir gemimiz olsaydı kürek çekmekte zor gelmezdi akıntıya. Gemin yoksa her şey zordu. Fakat gemin varsa hayata gülümsemek de kaçınılmazdı.
Dizleri titreyen her acı, önünde boyun eğeceği bir okyanusa bakarken ben gözlerimi gökyüzüne çebirmekten kendimi geri alamadım.
Ağlamamak için direnerek başımdaki şalı çıkardım ve burnumdan derin bir nefes aldım. Dudaklarımdan sesli ve yavaş yavaş verip, sızlayan göz altlarıma dokunmaktan kaçınarak şalı katlayıp içeriye doğru eğildim. Portmantoya bıraktım.
Sonraysa sanki kalbim rahatlayacakmışçasına yola koyuldum. Önce küçük bahçeden çıktım. Bahçe kapısını çekip kapatarak sesimi etmeden geniş sokakta yürümeye başladım. Paltomun ceplerine ellerimi koyarak ısınsın diye bekledim ancak mümkün değildi.
Hava o kadar soğuktu ki, aldığım ve verdiğim her nefes biraz daha soğuk olsa buza dönüşecekti. Hafif esen rüzgar, gözlerimden düşen yaşlar henüz kurumadığı için yüzüme sertçe çarpıyordu. Tenimi taş kesmiş, mimiklerimi hareket ettirmeme bile izin vermemişti.
Göğsüm o kadar çok sıkışıyordu ki, sadece nefes alabiliyor o nefesleri geri veremiyordum. Verirsem ortadan ikiye ayrılacaktım sanki. Yutkunarak bastırmak istiyordum ancak o da bir işe yaramıyordu.
Hiçbiri, yüzüme çarpan soğuk da dahil, annemin elini son kez tuttuğumda hissettiğim soğukluk gibi değildi. Sanki saatlerce buzlarla dolu bir suyun içinde bedenini bekletmişler gibiydi. Küçük bir kız çocuğu gibi, soğukluğu erisin de kaybolsun diye elini avuç içime almış, var gücümle sıcak nefesimi üflemiştim.
Değil eline, tüm bedenine de nefesimi versem o gözlerini açamayacaktı. Önümde yatan bomboş bir bedendi çünkü.
Daha beş gün önce, okuldayken almıştım haberini. Misafir çağırmıştı eve. Komşularımız aramıştı beni de zaten. Bir anda sol koluna derin bir sancı girmişti, güzel gözlüme. O sancı ağır ağır yukarı çıkmış, omzuna vurmuş, kalbinde krize sebep olmuştu. Tuğba ablalar daha ne olduğunu anlayamadan annem soluksuz kalmış, gözlerinin feri gitmiş, bedenini taşıyamamış, koltukan aşağıya düşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Değiliz
RomanceBir asker, bir öğretmen. Tesadüfi bir karşılaşma. Yolları birbirine denk düşen bu iki insanın yüreği de denk düşecek mi? Gönülleri birbirlerine bağlanıp, mutlu olabilecekler mi? Her şeyden önemlisi sevecekler mi? * "Öğret o zaman!" dedi. Yerimde ti...