İyi okumalar.
Ertesi sabaha Yusuf da ben de yorgun argın uyandık. Mehmet'in yanımıza gelmesi ile de toparlanıp karargaha geçmiştik. Büyükçe bir koridordan ilerleyip yemekhaneye gelmiştik.
"Siz oturun boş bir masaya, ben kahvaltı getireceğim size." demiş yanımızdan ayrılmıştı. Neredeyse tüm askerler uzun masalara geçmişler, konuşa konuşa kahvaltılarını yapıyorlarken ben ve Yusuf çok farklıydık buradaki herkesten. İkimizde ellerimizi masanın altında kavuşturmuş öylece etrafa bakıyorduk.
"Geldim," diyen Mehmet'in sesi ile ikimizin de başı oraya döndü. İki elinde iki tablet, içinde de kahvaltılıklardan bolca vardı. Birini benim önüme diğerini de Yusuf'un önüne bırakıp Yusuf'un yanına oturdu.
"Teşekkürler," dedim.
"Rica ederim." diye karşılık verdiğinde başını Yusuf'a çevirdi. Saçlarını okşayıp omzuna pat pat vurdu. "Hadi ye önündekileri aslanım." dedi Mehmet. Ancak Yusuf dalgın dalgın önüne baktı. Açlıktan olsa gerek önümüzdeki sepette olan dilimli ekmeklerden birini aldı eline. Küçük bir parçayı koparıp ambalajı açılmış çilek reçeline batırdı ve yedi.
"Çay ister misin, içer misin? Sana da söyleyeyim." Yusuf başını her iki yana sallayınca Mehmet başını bana çevirdi. Öylece Yusuf'u izlediğimi gördüğünde inceden gülümsedi. "Sana çay söyledim." Başımı onaylar mahiyette salladım.
Bende açtım. Dünden beri ikimizin de boğazından hiçbir şey geçmemişti. Yorgunluk üzerine eklenince de iyice yıpranmıştık. Bu yüzden domatese çatalımı batırıp ağzıma attım bende.
Mehmet masanın başına uzanıp bardak sulardan bir tanesini aldı ve açıp Yusuf'un önüne bıraktı.
Mehmet sıkıntılı bir solukla önüne döndüğünde ona baktım. "Öğlen defnedilecek." Boğazıma bir yumru oturduğunda zaten bildiğim bir şeyi söylemesi ile yutkunup kafa salladım. Daha fazla konuşmadı. Yusuf bir şeyleri duysun istemedi. Öyle de oldu.
Benim çayım geldiğinde kahvaltımızı sürdürdük. Yusuf suyundan bir yudum alıyorken yanımıza o gün lokanta da gördüğüm askerler geldi.
Mehmet yerinde toparlanıp ayağa kalktığında onların elbette ki hepsinden daha rütbeli olduğunu biliyordum. Bu yüzden zaten tüm yemekhane sustu.
Yanı başımızda durduklarında önce Yusuf'a ardından bana baktı saçları artık bembeyaz olan adam. "Albay Murat Çelik," diyerek elini uzattı. Hızlıca bende elimi uzatıp elini sıktım.
"Firuze Sözer, Yusuf'un öğretmeniyim." dedim. Onun elini bırakıp yanındaki adama döndüğümde o daha genç duruyordu Murat Albay'dan.
"Albay Zeki Özay." Ona da aynı şekilde kendimi tanıttığımda Murat Albay Yusuf'un başını okşadı.
"Nasılsın Yusuf?" dedi. Yusuf başını kaldırıp "İyiyim," dedi. O iyiyim öyle yuvarlanarak çıkmıştı ki ağzından. Masadaki herkes anlamıştı.
"Kahvaltınız bittiyse sizinle özel bir konuşma yapacağız, Firuze Hanım." dediğinde gözlerim Yusuf'a kaysa da kafa salladım ve ayağa kalktım. Beraber yemekhanenin kapısına ilerlediğimizde bakışlarım masaya döndü. Yusuf bana bakıyor, Mehmet'in konuşmalarını pek asmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum Değiliz
RomanceBir asker, bir öğretmen. Tesadüfi bir karşılaşma. Yolları birbirine denk düşen bu iki insanın yüreği de denk düşecek mi? Gönülleri birbirlerine bağlanıp, mutlu olabilecekler mi? Her şeyden önemlisi sevecekler mi? * "Öğret o zaman!" dedi. Yerimde ti...