Melissa Vargas

308 25 9
                                    

İngilizceleri önemsemeyin. Yazım yanlışları olabilir, herkes anasının karnından edebiyatçı olarak doğmadı.

❤️

Vargas, onu ilk gördüğünden beri ondan hoşlanmıyordu. Ebrar ise ilk görüşte aşk gibiydi. Henüz yeni tanışmış olduğu bu kadına hissel bir bağlantı vardı. Sanki onu yıllar boyunca tanıyormuş gibiydi. Sabaha kadar sohbet etmiş, güvendiği biri gibi. Sabah uyandığında tül perdesinden yansıyan ve yüzünde kocaman bir gülümseme ile selamladığı güneş gibi. Gezmesi gereken bir ülke, yaşamını keşfettiği bir gezegen. Soluması gereken koku, bıkmadan bakması gereken gözler, hapsolması gereken dudakları. İşte onun gözünde Melissa Vargas buydu. O sadece başarılı bir voleybol oyuncusu değil, kalbinde, beyninde, hayatında tek hüküm, anlam oydu. Onun Tanrısıydı. Ondan vazgeçemezdi. Onu elde etmesi gerek.

Hayatını paylaşması gereken, her anından yanında olması gereken, öldüğünde ölmesi gereken kişi oydu. Hayatının lütfüydü bu. Bir melek, bir kalp, bir mutluluk, bir zenginlik, bir cömertlik, bir hiss, bir aşk. Hepsiydi Melissa Vargas.

Ne yapacağını bilmiyordu. Onun yanında nasıl davranır? Nelerden hoşlanır? Anlaşabilirler mi? Hepsi aklındaydı. İçinden bir ses her şeyin mükemmel olacağını söylerken diğer ses her şeyin berbat olacağını söylerdi. Doğru muydu.   Gider miydi? Hiç başlamadam biter miydi? Hayır! Mücadele edecekti!

Onun adı: Ebrar Karakurt! Mücadele edecekti! O kızla ilişki başlatmak için! Aşkından koşacaktı. Hiç durmadan. Son hızla gidecekti peşinden. Vazgeçmeyecekti. Karıştırmayacaktı. Onu uzun bir yol gibi takip edecekti. Bağlanmışlar gibi ayrılmayacaklardı. Belki de zamanın verdiği bu hoş havada, saçlarında beyazlıklar oluşurken aynı evde yaşayacaklardı. Hayallerini, ilklerini, en güzel anlarını onunla yaşayacaktı. Onun olmadığı bir hayal gelecek değildir Ebrar için.

"Ebrar!"

Hande'nin bağırması ile sıçradı Ebrar. Bazı gözler onlara dönmüştü. Ebrar, baktığı esmer kadından gözlerini aldı ve yanında kendisine sırıtan arkadaşına döndü.

"Efendim, Handanım?"

"Bu bakışlar ne böyle? Hayaller aleminde misin?"

"Hayır ya! Dalmışım öyle. Ne oldu?"

"Muhabbet etmeye geldim."

"Tamam, benimde canım sıkılıyordu zaten."

Boş boş oturmak istemiyorum. Yanlış anlarlar. Anlasınlar be! Bilsin herkes onu sevdiğimi.

Vücudumu Handeye çevirdim. Sohbetimiz uzadıkça uzuyordu. Baya derin şeylerden bahsediyorduk. Hande, bazen acılarını anlatıyordu, bazen ben. Mutlu şeylerden bahsederken bir anda üzgün şeylerden bahsediyorduk. Eski zamanlarımızdan, hayallerimizden, gelecekten. Aklım biraz da olsa Vargastan ayırmıştım. Sohbet etmeye devam ederken kızlar tek tek gitmeye başladılar. Hava kararıyordu zaten. Yarın boş vaktimi evde geçirmek istiyordum.

Handeye veda ettim ve dışarı çıktım. Buraya Eliflerle geldiğim için arabam yoktu. Onlar çoktan gitmişlerdi. Bende bir taksiye atlayıp gitmeyi planlıyordum. Yola geldiğimde geçen bir taksi bekliyordum.

Soğuk olmaya başlamıştı. Yaz zamanı diye üstüme şort ve kolu kısa, beyaz bir tişört geçirmiştim. Neredeydi bu salak taksiler? Omzuma biri dokunduğunda irkildim. Sapık mı, hırsız mı yoksa bizimkiler mi derken Vargası görmemle donakaldım. Bana gülümseyerek bakıyordu. Sanki alaycı gibi.

"What are you doing here" (Burada ne yapıyorsun?)

İngilizce sormuştu. Burada ne yapıyordu? Kızlar neredeydi? Benimle hiç konuşmamasına rağmen gelip konuştu. Onunla muhabbetimiz sadece selamlaşmak, antreman var mı, vedalaşmak falandı. Gülünce kendime geldim. Salak gibi bakıyordum ona yarım saattir.

"I'm waiting for a taxi" (Taksi bekliyorum.)

"Very cold. I'll take you home" (Çok soğuk. Seni eve ben götürürüm)

Beni eve götürme teklifinde bulunuyordu. Ve yalnız! Allahım! Dualarım kabul oldu sonunda! Arabayla gidicez. Sohbetimiz koyulaşacak. Ben, "geç oldu, bu gece burada kal." Diyeceğim. Oda kabul edecek. Sonra yatakta, koltukta yatma olacak. Beraber yatacağız. Hadi bakalım Ebrar. Evli, mutlu, çocuklu hayatı seni bekliyor!

"Sure, of course! Okay, I was already cold too." (Tabi, tabi! Olur, zaten bende üşümüştüm.)

"I know your house. We'll drop Hande off first, then you. Zehra will stay with me today."
(Evini biliyorum. Önce Handeyi sonra seni bırakırız. Zehra, bugün bende kalacak.)

Hande ve Zehra mı? Onlarda mı geliyor? En önemlisi: Zehra bugün Vargas da mı kalacak? Vargas, benimle kalmayacak mı? Hay sokayım bu işe. Resmen benim kurguladığım hayallerimin başrolü ben değilimde Zehra! O en başarılı voleybolcu diye bilinirken, ben, ülkesine yakışmayam bir lezbiyen! En çok başarılı olan benken, en çok iltifatı alan o! Haksızlık bu!

"Well, okay, let's go then." (Peki, tamam gidelim öyleyse.)

"Let's go." (Gidelim.)

Beraber arabasına yürüdük. Hande ve Zehra arabaya binmişlerdi. Hande arkada, Zehra önde. Hiç şaşırmadım kızlar. Vargasında binmesiyle yolculuk başladı. Yolumuz baya uzundu. Bizimkilerle önce bara sonra restorana gittik. Restoran baya uzaktı evlerimize. Şanslı Hande, buradan birkaç sokak ötede oturduğu için hemen indi. Giderken "Benide götür!" Diyecektim fakat esmerim buradaydı. Esmerim biçim biçim.

"Well Ebrar, what are you going to do tomorrow?" (Eee Ebrar, ne yapacaksın yarın?)

Zehra sordu. Vargas, dikiz aynasından bana bakıyordu. Ona bakarken farkında olmadan Zehraya cevap verdim:

"I say I'll sit at home. I will devote the whole day to myself." (Evde oturayım diyorum. Tüm günü kendime ayıracağım.)

"We say let's do something tomorrow. I'm going to go to the movies with the girls or something. Will you come too?" (Bizde, yarın bir şeyler yapalım diyoruz. Kızlarla sinemaya falan gidicez. Sende gelecek misin?)

"No, Zehra. I'm already very tired, full bed tomorrow." (Yok be, Zehra. Zaten çok yorgunum, yarın full yatış.)

Zehra, sessiz kaldı. Vargas, dikiz aynasından bana sırıtıyordu. Bense onun gözlerine takılmıştım. Onu ne kadar çok sevdiğimi her zaman hissettim. Onun bakışıyla, onun gülüşüyle, onun her şeyi ile. Bazen kalbiniz böyle hızlı hızlı atmaya başlar. Kalp krizi geçirdiğinizi sanırsınız fakat sonra çok tatlı ve güzel kokulu bir şeyin aktığını hissedersiniz. Zaman sizin için durur. Kulaklarınız tıkanır. Sonra onu görürsün. Tüm ihtişamı ile oradadır. Sevdiğini hiçbir zaman çirkin görmezmiş insan. Onu her şekilde kabullenirmiş. Vargas kusursuzdu. Onu çok kolay bir şekilde kabul ederim fakat o, beni? Beni kabul eder mi?

"Why don't you come Karakurt? We will have a lot of fun." (Neden gelmiyorsun, Karakurt? Çok eğleneceğiz.)

Saatler sonra tekrar konuştu benimle. Başımın ve kalbimin ağrısı arttı. Olanlar gerçek mi? Beni onca ay umursamayan kadın, şimdi benimle konuşuyor. Benim sinemaya gelmemi istiyor. Gene hayallere dalmam kolay oldu. Yan yana oturacağız. O, bana patlamış mısırdan ikram edecek. Bende alacağım. Kolunu, omzuma atacak. Başımı, omzuna koyacağım. Çok güzel saatlerimiz olacak.

"Okay, I'll come then." (Tamam, gelirim öyleyse.)

Farkında olmadan yanlışlıkla kekeledim. Bu Vargasın gülmesiyle sonuçlandı. Zehra, heyecanla telefonuna benimde geleceğimi yazdı. Aslında gideceğimiz film berbatmış. Fakat Vargas geliyor. Sevdiğim bir alışveriş merkezi değil. Fakat Vargas geliyor. Çok yorgunum. Fakat Vargas geliyor. O yeter ya.

"We came, Karakurt." (Geldik, Karakurt.)

Evimin önündeydik. Zehra'ya "görüşürüz" deyip yarın ki saatleri aldım. Vargasa küçük bir teşekkür ettim ve arabadan indim. Hızla uzaklaştı arabayla. Arkasından bakakaldım.

Yarın berbat geçecekti. Çok canım sıkılacaktı. Vargas için değer.

Bu kadar kısa bir şekilde nasıl bağlandım ona? Nasıl bu kadar çok sevdim onu? Hiç konuşmadığımı birine. İlk bakışta aşklara hiç inanmam. Ama onda ayrı bir şeyler vardı. Hız trenindeyken tepeye çıkarken ki heyecan, o çok sevdiğimiz müziği duyduğumuzda içimizde doğan enerji, uyumadan önce içimizi ısıtan öpücük. Hepsinin adı: Melissa Vargas.

Kabul eder mi?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin