Omuzlarımdaki yük bu kadar gerçek olabilir miydi? Kendimi boşlukta düşermiş gibi hissediyordum. Oysa her şey yolunda gidiyordu. Ama ben lanetliydim. Gittiğim her yerde bir şeyleri bozuyordum. Şimdi de bu arkadaş grubunu mu bozacaktım?
Madison gittikten sonraki sabah tam anlamıyla felaketti. Gece boyunca uyuyamamıştım ve odada yalnızdım. Yan tarafımdaki yatak boştu, bende oraya bakmadan duramıyordum. Kalbim acıyordu. Hem ruhsal hemde fiziksel olarak. Arkadaşım, kız kardeşim olmadan burası o kadar sessizdiki. Bir daha asla da onun kadar gürültülü olamayacaktı, olmazdı. Ağlamadan duramıyordum. Buna ihtiyacım vardı. Acı çekmeye ihtiyacım vardı, olanları bütün hamlığıyla hissetmeliydim. Ki, bunun gerçek olduğunu anlayabileyim.İstemeyerekte olsa yataktan kalktım ve üzerimi giyinmeye başladım. Eşorfman giyip saçımı öylesine bir topuz yaptıktan sonra yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Geçen her dakika bir öncekinden kötüydü. Çünkü onu durdurmaya ve bu işten vazgeçirmeye bir adım daha uzaklaşmıştım.
Dersler artık işlenmediği için girmiyorduk, 2.dönemin bitmesine az kalmıştı. Kapıya yürüdüm. Sanki kapıyı açmam için büyük kuvvet gerekiyordu, bunu yapmak içinde yorulduğumu bile hissettim.
Ağır adımlarla kafeteryaya gittim. Bizimkiler her zamanki yerindeydi. Habersiz.
Finn'in yanına oturduğumda bir kolunu omzuma atıp biraz kendine çekti. "Yorgun görünüyorsun." dedi. Stresli bir şekilde soludum. Violet ile göz göze gelince kalbim tekrar parçalandı. Çünkü Madison demek Violet demekti. Hareketleri, mimikleri, tepkileri tıpatıp aynıydı. Gülümsedi. "Günaydın" dedi. "Madison nasıl? Dün göremedim onu."
Hayır, bunu yapabilecek kadar güçlü olduğumu sanmıyorum.
Ian buradaydı ve bana bakarken bir cevap beklediğini biliyordum.
"Çocuklar..Size bir şey söylemeliyim."
Ian"Hazel, iyi misin?"
Bedenim alev alıyor.
"Bakın, söyleyeceklerimden sonra bana soru sormayın. Çünkü bunu yapamam. Anladınız mı?" Harika, sesim titremeye başlamıştı bile.
Violet'ın, Evan'ın elini tutuğunu gördüm. Endişelenmişti.
V"Hazel, Madison'a bir şey mi oldu?"
Ağlama, sakın ağlama. Bu gözyaşlarına çok ihtiyacın olacak.
"Çocuklar, o gitti." diyebildim zar zor.
Finn elimi sımsıkı tuttu ki bu daha çok ağlama isteğine sebep oldu.
Ian"Ne demek gitti? Neler oluyor?"
H"Gitti işte. Yurttan ayrıldı. Ama lütfen sebebini sormayın çünkü ona söz verdim." Çoktan yüzüm ıslanmıştı.
Violet önüne doğru tepkisiz bir şekilde bakıyordu, kaşları çatıktı. Konuşmaya çalışmak için ağzını açtı ama konuşamadı. Ian sandalyeden fırlayıp neredeyse koşarak kafeteryadan çıktı. Bunu nasıl yaptım ama kendimi sandalyeden attığım gibi peşinden koşmaya başladım. Diğerlerininde arkamdan geldiğini duyuyordum. Nereye gideceğini biliyordum.
Bir kat çıktıktan sonra kapıyı hızlı bir şekilde açtım. Ve tahmin ettiğim gibi, bizim odamızdaydı. Etrafa bakınıyordu. Onun eşyalarını arıyordu. "Ian?" dedim ağlamaklı bir şekilde. Ama beni dinlemiyordu, diğerleri gibi sadece onu izliyordum. Onun dolabına baktı, kıyafetleri yerinde değildi. Kitaplarını aradı veya ona ait herhangi bir şey. Deli gibi ordan oraya koşturuyordu. Yanına gittim. "Ian."
Kendinde değildi. "Ian!" dedim kollarından tutup. Sonunda durdu ve gözlerime baktı. Sonra ağlamaya başladı. Sarıldık. Ağlamaktan o kadar çok sarsılıyorduki ne kadar acı çektiğini tahmin edemiyordum. Madison'ın yatağına oturdu. Yastığını eline aldı ve kokladı. "Neden gitti?"
Söyleyemem işte. Madison'a söz verdim.
"Bizi neden bıraktı? Beni sevmiyor muydu yoksa?" Yatakta uzandı ve iyice bükülerek cenin pozüsyonuna geçti. Ona daha fazla bakmak istemiyordum. Canım zaten yanıyordu. "Seni seviyordu Ian. Seni seviyor." Diyebileceklerim bu kadardı.
Finn yanıma gelip elimi tuttu. Hepimiz odadan çıktık. Yalnız kalmasına ihtiyacı vardı. Violet ise, neler hissettiğini anlayamıyordum. Yüzünden, gözlerinden ne düşündüğünü tahmin edemiyordum.
Tekrar kafeteryaya döndüğümüzde dağılmış bir haldeydik. Sessizlik oldukça gürültülüydü. "Ne zaman gelecek?" dedi Violet.
Ve ben ağlamaya başladım. Finn'e sarıldım, belki kemiklerimiz kırılana kadar sıkı.
"Götür beni buradan." diye fısıldadım çünkü buradaki hava beni boğmaya başlamıştı. Dişlerimi birbirine bastırmaktan çenem ağrıyordu. Belime sarılarak destek verdiğinde olabildiğince hızlı ordan çıkmaya çalışıyordum. Violet'in hıçkırdığını duyduğumda biraz daha hızlandım ve Finn'i arkamda bıraktım.
İlk defa arkadaşlık konusunda bu kadar etkilenmiştim. 1 sene önce bana gelip "Arkadaşın sizi birakıp gidicek." dese gözlerimi devirip 'siktir git başımdan' derdim. Umrumda olmazdı.
Ama onlar benim arkadaşım olmamıştı, ailemdi artık.
Arka bahçeye ağacın altındaki banka oturduk. Gölge ve hafif rüzgâr beni hafifletmiş gibi hissettim. "Şimdi ne olacak?" dedim Finn'e dönüp. "Her şey benim yüzümden. Ben buraya gelmeseydim belkide olmayacaktı bunlar. Lanetliyim resmen." Elleriyle nazikçe boynumla çenemin arasını kavrayıp okşadı. "Senin suçun değil. Ne olduğunu söylemedin ama senin değil. Biliyorum."
Gözlerimi kapattım ve biraz olsun acının dinmesini diledim.
"Öp beni."
Gözlerimi açtım ve ona baktım. Belki bir kaç saniyeliğine iyi hissettim. Ona bakmak iyi geliyordu.
"Lütfen öp beni. Dayanamıyorum."
Hiç düşünmeden dudaklarını benim dudaklarıma kavuşturdu. Ve o an tüm felaketleri unuttum. Nefesi ve dudakları benim için bir tür ilaçtı. Kollarımı boynuna doladım. Bedenlerimiz iyice birbirine yapıştı. Nefes almadan ne kadar dayanabiliyorsam onu öptüm.
Öpmeyi bıraksakta yüzümüz hala aynı şekilde yakındı. Dünden beri ilk kez rahatlamıştım. İlk kez bunların benim suçum olmadığına inanmak istiyordum.
"Seni seviyorum Hazel."
Gözyaşlarım istemsizce akmaya devam ediyordu. Aslında Madison'ın gittiğini söylediğimden beri ağlıyordum. Ağlamak değilde sadece gözyaşlarım durmuyordu.
Sessiz kaldım. Ve onu tekrar öpmeye başladım.