Yere sert bir biçimde çarparak kafeteryanın ortasında yığıldım. Ne kadar baygın kaldığımı hatırlamıyorum. Fakat birinin beni kucakladığını ve kalabalıktan gelen seslerden uzaklaştırdığını farkediyorum. Bizimle birlikte gelenlerin seslerini duyuyorum ama ne dediklerini anlayamıyorum. Sanki uğultu gibi. Kelimeler net değil.
Başım sızlıyor. Sanırım yere sert ve hızlı çarptığım için.
Rahat bir yere yatırıyor beni. Görüntü karanlıktan aydınlığa geçiyor ve sonra tekrar karanlığa gömülüyor. Bir kaç tanıdık ses seçebiliyorum içlerinden.
"Hazel? Hazel, uyan artık. Aç gözlerini."
Madison..
Bir kadın sesi daha duyuyorum ama kim olduğunu anlayamıyorum. Reviri çağırmalarını söylüyor. Sanırım müdürümüz Bayan Kate.
Daha sonrasında sessizlik çöküyor. Sadece uzun nefes alışverişler. Elimde birinin tenini hissediyorum. Parmak boğumlarımı yavaşça okşuyor. Gıdıklanmış hissettim ama hoşuma gitmişti. Bir an elimi oynatabildim. Anlaşılmıycak kadar, yavaş. Ve benim uyanmamı sağlayacak bir ses.
"Hazel.."
Bu kişi nasıl olurda Finn olur? Bunca şeyden sonra ben nasıl yine ona koşarım? Aklım almıyor. Göz kapaklarımın üstünde sanki binlerce ton varmış gibiydi. Güçlükle gözlerimi açmaya çalıştım.
"Uyanıyor."
Gözlerimi açma savaşını kazanmıştım ve başımda dikilenlere bakma fırsatı bulmuştum. Madison, Ian, Violet, Evan ve Finn. Ağrıyla birlikte yüzumü buruşturdum. "Neler oldu?" dedim pürüzlü bir sesle. Madison öne atıldı. "Kafeteryaya geldin, bizimkiler seni karşılarken aniden bayıldın." dedi. O sıra hemşire geldi. "Çocuklar, hepiniz burada durmayın. Hasta daralmasın. Dinlenmesine izin verin." diyerek koluma tansiyon aletini taktı. Bayan Kate'te hemen arkasındaydı. "Aileni aramamı ister misin?" "Hayır, hayır. Lütfen aramayın. İyiyim." diye çıkıştım. Odada sadece Madison, Violet ve Finn vardı. Hemşire aleti kolumdan çıkararak "Sanırım aç kalmışsın. Ama çoğunlukla yaşadığın travmalar bunu tetiklemiş. Bunu atlatman için yardım almanı tavsiye ederim." dedi. Madison yaklastı. "Evet, aç kaldı. Yediği her şeyi kusuyor. Midesi kabul etmiyor." Ah, Tanrım.. Kahretsin. Gözlerimi irileştirerek Madison'a baktım. Kaşlarımı istemsizce çattım. Finn kafası karışmış bir şekilde bize baktı. "Ne demek midesi kabul etmiyor?"
Madison 'ayvayı yedik' bir biçimde dudağını ısırdı. Gergin hava dalgasını hissedebiliyordum. Oturma pozüsyonuna geçtim. Finn biraz daha sinirli bir şekilde üstümüze geldi. "Yediği her şeyi kusuyor mu? Bunu neden bana söylemediniz?" dedi. Hemşire araya girdiği için ona minnettardım. "Yarın kontrolleri yapacağız. Doktorumuz profesyönel. Hazel'ın sorununa çözüm bulacağız. Geçmiş olsun." diyerek odadan Bayan Kate ile ayrıldı. Sıçtık.
"Anlamalıydım. Tabii ya. Hastanede ne yesen kusuyordun. Bu yüzden hep aç değilim veya hayır canım istemiyor diyordun. Neden bu konuyu ciddiye almadın? Sonucunun nereye kadar gidebileceğinden haberin var mı?" Pekâla. Sorularım olacaktı.
1-Sen kim oluyorsunda bana hesap soruyorsun?
2-Annem ve babamın bile bana bu kadar karışmasına izin vermiyorken sana izin verdiğimi mi sanıyorsun?
3-Senin yüzünden bu haldeyim unuttun mu?
Fakat benim ağzımda çıkan şeylerle alakası bile yoktu ve bunun nasıl olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Üstümde nasıl bir etki bıraktın?
"Üzgünüm, bir süre sonra geçer diye düşünmüştüm." Ben dahil, kızlarda dediklerime şok olmuş bir sekilde bakıyordu. Finn şuan sinirli olduğu için başka seyler dikkatini dağıtamıyordu. Kızlara bir bakış attı. Violet"Madison, Ian ve Evan'ı yalnız bırakmayalım hadi." dedi ve onu kolundan sürükleyerek dışarı çıkardı. Lanet olsun. Gözlerini tekrar üzerime dikti. Yutkunamıyordum. Bana neler oluyordu?
Dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Yanaklarım kızarmaya başladı. "Bana ne yapıyorsun?" dedim fısıltı kadar sessiz bir biçimde. Anlamayarak ve suratında ifadesiz bir sekilde hafifçe tebessüm ederek sordu "Ne? Nasıl ne yapıyorum?" dedi. İyice aptallasıyordum. Gözlerimi hızlıca kırpıştırmaya başladım. Ah, kimim ben?
"Her yol sana çıkıyor.. Bunu nasıl yapıyorsun?" dedim tiz sesimle. Yatağımda karşıma oturdu, ve aşırı yakınıma. Yüzüne bakma cesaretini bulduğumda gözlerine bakmayı başarabilmiştim. Göz pınarlarım dolmuştu bile. "Bu ben değilim. Davranışlarım, söylediklerim, hareketlerim. Beni nasıl değiştiriyorsun?" dedim. Sesimin titrememesine ne kadar dikkat etmeye çalışsamda olmamıştı. Beklemediğim bir hareketle yüzümü ellerinin arasına aldı ve başparmağıyla okşadı. "Asıl sen bana ne yapıyorsun Hazel? Beni sen değiştiriyorsun." Nane ve sigara kokan nefesini yüzüme vurmuştu. İçime çektim. Ah, Hazel..ne yapıyorsun? Gözyaşlarımın akmamasını umarak yukarı baktım. Hayır, şimdi olmaz.
Benden bir cevap beklemeyerek konuşmaya devam etti. "Seni tanıdığımdan beri kendim değilim. Kendimi tanıyamıyorum. Hissettirdiklerin.. Anlamıyorum artık." Alnını alnıma yaslayarak korkunç bir yakınlık kurdu aramıza. Ve kafamı kurcalayan bir soruyu sorma fırsatı bulmuştum. "Beni ne zamandır tanıyorsun?" dedim. O anda biraz geri çekildi. Dudakları düz çizgi halini aldı. "Sen buraya gelmeden önce." dedi. Fakat ben onu ilk defa burada gördüğümü sanıyordum. Kaşlarım çatık bir sekilde ona baktım. "Ama ben seni ilk defa yurtta gör-" sözümü kesti. "Kitapçı."
O anda kafama dank etti. Ben geçmiş yıllarda yani 1-2 sene öncesine kadar hep orada olurdum. Sahibi Bob Amca beni tanırdı, sık sık orada kitap okurdum ve arada sırada Bob'a yardım ederdim. Hatta çalışmıştım bile. Hatırlamaya devam ederken o da konuşmasına devam etti. "Kitap okurdun hep, seni izlediğimi bile fark etmezdin. Okul çıkışlarında uğrardın. Kahveni alıp cam kenarına çekilirdin. O zamanlar sadece bir yabancı olarak görüyordum. Ama seni gün geçtikçe merak ettim." Duraksadı. "Seni burada gördüğüm an benim için bir umut olduğunu öğrendim. Ve sen benim tek umudumsun. Fakat o şansımıda kaybettim." dedi. Bunları kaldıramazdım. Olabildiğince geri çekildim. "B-ben bu kadarını kaldıramam, sana yardım edemem." Saclarımı geriye doğru attım. Geçirdiğim bir şok daha. Derin bir nefes alıp soludu. "Herneyse, bunu biliyordum zaten. Evet, Jack konusunu unutacağımı sanmadın heralde? Onunla seni eskiden görmüştüm. Sanırım..sevgiliydiniz." "Evet, ama onun hakkında konuşmak istemiyorum." "Ama senin üstünde büyük bir etki bırakmış belliki. Bana anlat" "Hayır Finn." "Evet Hazel" "Beni en yakın arkadaşımla aldattı! Oldu mu?!" Sesimi aniden yükseltince ürkmüştü. Devam ettim. "En yakın arkadaşımda buna müsaade etti."
Bir süre sessizlik. "Üzgünüm.." dedi. "Üzülme, zaten senin suçun değil boş yere bağırdım."
Sadece gözlerimize bakıyorduk. Tepkisizdik. Rahatsız edicek kadar uzunca baktık. "Ah, Siktir et" dedi ve ben 'ne?' diye soramadan dudaklarıma dudaklarını bastırdı. Aman Tanrım.. Beni öpüyordu. Finn. Beni. Öpüyordu. Anlam veremediğim şey ise ben neden karşılık veriyorum?!