Daha güneş açmadan uyanmıştım. Aynı pozüsyonda 10 dakika boyunca öyle kalarak gözlerimi tavana diktim. Dün olanlar zihnimden hızlı ve görüntülü bir şekilde geçiyordu. Finn'in beni belimden tutup karanlıkta merdivenden düşmemi engellemesi. Violet'ın Madison'a sinirlenmesi. Ardından Evan'ın hastaneye kaldırılması..Son olarak Finn'in bana sarılması. Kafam bu kadar olayı kaldıramıyordu. Dayanıklı ve güçlüydüm ama bende bunalan bir insandım. İç geçirerek yorganı üstümden fırlattım. Yan tarafıma baktığımda Madison hala uyuyordu. Lavaboya gidip aynanın karşısına geçtim. Yorgunluk gözlerimden anlaşılıyordu, o tanıdık mor halkalar. Akmış göz kalemi. Dağınık saçlar. Başımı hafifçe iki yana sallayıp duşa kabini açtım. Suyu sağ elimle kontrol ederken ılıklaştığında üstümdeki kıyafetleri çıkarıp sepete koydum ve sıcak suyun altına geçtim. Saçlarımdan akıp bütün bedenim suyun altında ıslanırken hiçbirşey yapmıyordum. Açıkçası kolumu kaldıracak gücü bulamıyordum. Dün kendimi çok germiştim ve hareketli bir gündü. Acaba Violet şuan nasıldı? Tahmin bile edemiyorum. Umarım Evan iyileşmeye başlamıştır. Kafama şampuan döküp masaj yapmaya başladım. Rahatlamaya çalışıyordum. Vücudumu da sabunladıktan sonra durulanıp duştan çıktım.
"Madison?"
Nereye gitmişti ki? Telefonu alıp mesaj attım fakat odanın içinden ses geldi. Telefonunu burada bırakmış. Neler oluyordu?
Hızlıca üstümü giyinip saçımı kuruttum. Postallarımı ayağıma geçirip beremi başıma taktım. Montumuda giyip odadan çıktım. Saat daha 6 buçuktu. Derslerin başlamasına çok vardı. "Madison?" sesim yurdun koridorunda yankı yapmıştı. Şuan sadece görevliler uyanıktı. Kafeteryaya yürümeye başladım.
Ama yoktu. Acaba Ian'lar mı gelmişti? Tekrar cam kenarına oturmuştum. Kahvemi avuçlarımın arasına yerleştirip ısınmaya çalıştım.
Yukardaki küçük pencereden hafif soğuk hava giriyordu. Soğuk ve kar kokulu bir hava. Kış mevsiminden asla rahatsız olmazdım. Yaz mevsiminde doğmama rağmen kışı daha çok severdim. Gökyüzü daha gri ve geceleri koyu lacivert, etrafında yıldızlar. Beni içine hapsediyor gibi. Ve asla kurtulmak istemiyormuşum gibi.
Kahvemden bir yudum aldım, mideme giden yolda bir ısı yayıldı içime. Sabah olmuştu fakat etraf aydınlık değildi, açıkçası olmasınıda istemezdim. Kahvem bitince sandalyeden kalktım ve bahçenin yolunu tuttum. Bir saniye. Finn'in bu saatte ne işi var bahçede?
Yanında 3 tane serseri tipli çocuk vardı. Oraya gitmeyecektim ama aralarında bir kıvılcım çıkacakmış gibiydi. Yavaşça adımlarımı atmaya başladım. Finn sesli bir şekilde konuşmaya başlayınca hızlanmam gerektiğini anladim fakat geç kalmıştım. Uzun boylu çocuk Finn'in üstüne doğru yürümeye başlayınca Finn yumruk geçirdiği an onu yere serdi. Şaşkınlıkla oraya doğru gidiyordum. Diğer ikisi Finn'e çullanıyordu.
"Hey!" dedim dikkatlerini dağıtmak için. Hepsi birden bana döndü. Hatta yerde burnu kanayan çocuk bile. Finn'in ilk defa bana böyle baktığını görüyorum. Gözleri kahverenginden siyaha dönmüş, kaşları çatılmış bir biçimde. Yüzünden öfkeli olduğu rahatça anlaşılıyordu. "Ne işin var burda?" diye sordu, sertçe. Sorusuna cevabını vermeden "Neler oluyor?" diye sordum serserilere dik dik bakarak. Burnu kanayan yerden kalkmıstı. Pis pis sırıtarak "Naber, güzelim?" dedi. Harika, ortam yine kızışıcaktı. "Ne dedin sen?" dişlerini sıkarak konuşuyordu. Bir olay daha kaldıramam. Tanrım, hepiniz kesin şunu. "Ne dedin sen?!" Şuan ben bile Finn'den korkuyordum. Aralarına geçerek ellerimi kaslı göğsüne dayadım. "Finn tamam, sakin ol." Diğerlerine döndüm. "Sizde defolun gidin!" Bana sırıtıp "Daha işimiz bitmedi güzelim. Görüşücez." "Siktir git, ucube."
Çenemi hiçbir zaman tutamayacaktım sanırım. Hepsi gittikten sonra tekrar ona döndüm. "Neler oldu?"
Burnundan soluyordu. Kalbim yerinden fırlayacak sanki. "Hiçbirşey." "Anlat." "Önemli değil Hazel." "Önemli, bana bunu anlatıcaksın." Beni takmıyordu bile. Yürümeye devam ederken ona yetişmeye çalışıyordum. "Hey.. Hey!" Kolundan tuttuğumda ani bir refleksle kolunu kurtarıp sol bileğimi sertçe kavradı, oyuncakmışım gibi. Kesik sızlayınca dişlerimi birbirine bastırmak zorunda kaldım. Çenemin kasıldığı belli oluyordur muhtemelen. Bunu anlayınca bileğimi yavaşça bıraktı. "Üzgünüm. İyi misin?" "Beni bırak, neler olduğunu anlatıcak mısın?" Derin bir nefes aldı. "Babam eskiden polisti. Onların babasını öldürmek zorunda kalmıştı.. Ama kasten değil, yemin ederim. Çaresi yoktu." "Anlıyorum. Fakat seninle ne ilgisi var?" Bana, içinde bir sürü anlam barındıran gözlerle baktı. Sanki zaman durmuştu. Kalp atışlarımı duyabileceğim bir şekilde sessizlik sardı etrafı. Sonra o iki kelime sessizliği bozdu.
"Beni öldürecekler."
Beynimden vurulmuşa döndüm. Nedense. Sıradan biri için böyle olmamalıydım. Korkak gözlerle ona baktım. Yutkunamıyordum. Nefes almamı biri engellemişti sanki. Beni beklemeyerek tekrar konuştu. "İntikam almayı planlıyorlar."
Sesimin normal ve titrememesine dikkat ederek "Bunu ailen veya.. veya bizimkiler biliyor mu?" "Hayır." "Finn, ailene, polislere söylememiz gerek." "Yapamam, anında saldırırlar. Onları tanımıyorsun."
Soğuk nefesimi dışarı verdim. Siktir.
"Madison ortalıkta yoktu. Diğerlerinden haberin var mı?"
"Evan şuan iyiymiş. Madison'da oraya gitmiş erkenden."
"Peki Violet ile araları nasıl?"
"Sanırım yine aynılar. Yani araları bozukmuş hala. Pek konuşmuyorlarmış."
"Kafaları karışık olabilir."
Sınıfa girdiğimizde daha yeni yeni öğrenciler gelmeye başlamıştı. Ders edebiyattı. Severdim bu dersi. Aşkı hatırlatan şeyler vardı içinde. Hem acı veriyor hem sevdiriyordu.
Defterimi ve kalemimi çıkarırken Finn'e baktım. Kaşları hala çatılmış bir biçimde ve gözleri yine öfkeyle siyahtı. Garip bir his bırakıyordu içimde.
Hoca gelince sesler azalmıştı. Bugünü atlatabilirsem derin bir uyku çekecektim.
***
"Geldiniz nihayet. Ian orada mı kalacak?" diye sordum patates kızartmamı ağzıma atarken. Violet'ın gözleri şişmiş ve uykuluydu. Madison "Biraz daha kalmak istedi. 1 saate gelicek. Bayan Kate'e izinli olduğumuzu söyledin değil mi?" "Evet."dedim. Aklıma sabahki olay geldiğinde rahatsız olmuştum. "Finn' i gördün mü?" sorulan soruyla bakıslarımı kaçırdım. "Bilmiyorum. En son edebiyat dersindeydik." "Galiba sinirliymiş. Ian onunla konuşurken anlamıs ama nedenini bilmiyoruz bizde."
Yalan söyle. "Öyle mi? Farketmedim."
Akşam yemeğimiz bittikten sonra bahçeye çıkmaya karar verdik. Duvara yaslanıp dışarıyı seyretmeye başladık.
Kulaklarımı delicek bir patlama sesi.
Bu kurşun sesiydi. Silah.
Herkes içeriye koşmaya başladı. Ben bu durum karşısında etrafıma şaşkınca bakınıyordum. Okuldan sesler geliyordu. Biri benim ismimi söylüyordu. Bağırarak. Beni arıyordu. "Hazel?! Hazel nerdesin?!" Finn.
Neler olduğunu anlamayarak dikildim, kıpırdayamıyordum. Bu bacaklar bir iş yaramalıydı.
Violet ve Madison koşmaya başladı. Arkalarına döndüklerinde "Hazel kaç!" diye bağırdılar ama belimden biri yakaladığı gibi kafama siyah birşey geçirdi. Çığlık atmayı başarabilmiştim. Bacaklarımı çırpıyordum. "Bırakın beni!" dedim.
Kızların sesinin arasına erkek sesi eklenmişti. "Hazel!"
Finn'in sesini duyduktan sonra enseme aldığım darbeyle gözlerim kapandı.
Gerisi karanlık.