Bölüm 8

116 10 46
                                    

"Şehadet, en müebbet bir ömrün en nurlu bir gecesindeki bir dua gibi tatlı ve bir masumiyetle temiz bir uykuya benzemez mi sana? Evet, evet! Şehadet, en müebbet bir ömrün en nurlu bir gecesindeki bir dua gibi tatlı ve bir masumiyetle temiz bir uykuya benzer." - Mehmet Akif ERSOY

Kapıyı kapattım ve kendimi yatağa bıraktım. Abim operasyondaydı ve benim dışarı çıkma planım vardı. En nefret ettiğim şeydi, silah arkadaşım görevdeyken dışarıya çıkmak.  Şimdi görevde olan abimdi fakat time bir söz vermiştim ve bunu tutmak zorundaydım.

 Oflaya oflaya yataktan kalktım. İki adım attığımda karşımda duran gardırobun kapağını açtım. Uzun uzun baktım, ne giyeceğime karar verememiştim. En sonunda bulmuştum. Siyah bir kıyafet seçtim; dar siyah pantolon ve üstüne siyah bir crop, sanki cenazeye gidiyordum.

 Saçlarımı küçükken abim hep örerdi, yani örmeye çalışırdı ne kadar acıtsa da, oflandığımda beni bırakıp giderdi o yüzden saçlarımı tek tek koparsa bile sesimi çıkaramazdım. 

Şimdi ise eskiden abimin yapmaya çalıştığı o örgüyü yapmaya karar verdim. Saçlarımı güzelce taradım ve sanki asla geç kalmamışım gibi yavaş yavaş ördüm.

Makyajı pek sevmezdim ama bugün benim doğum günümdü. 1998 yılında 10 şubat gecesi doğmuştum.  Özel olmalıydı. Hafif bir allık, biraz kapatıcı ve rimel sürdüm. En sonunda, kırmızı rujla can alıcı bir dokunuş yaptım. Hazırdım. 

Abimin geçen sene doğum günümde aldığı bilekliği taktım bileğime. Parfümümü boynuma ve bilek içlerime sıktıktan sonra abimin kredi kartını aldım. 

Tabii ki, o kadar kişinin kahvesini ve tatlısını kendi kartımdan ödeyemezdim. Üsteğmen olmuştu o kadar, abim öderdi diye düşünerek aldım kartı ve odadan çıktım.

Evin koridorunda salınarak yürüyerek salona geldim. Turan ve İlkay oturuyordu. İlkay yine ifadesizce Turan'a bakıyordu, Turan ise gülmekten patlayacak gibiydi. Garipti ama hoşuma gitmişti bu Turan. İlkay gibi somurtmuyordu. 

İlkay bana öyle bir bakış attı ki, sanki benim üzerimden x-ray cihazı geçiriyordu. Sonra yine o meşhur haşin ifadesiyle, yukarıdan aşağı süzdü beni. 

"İlke Hanım, hayırdır, nedir bu güzellik? Siz makyaj yapar mıydınız?" diye hemen sordu. Bu adamın ukala tavırları beni her zaman şaşırtırdı. Bu adam nasıl komutan olmuştu. 

"Hesap vermem mi gerekiyor, bilmiyordum. Hadi çıkalım, hazırsanız" dedim. Turan hemen yerinden fırladı. 

"Benim işim var, siz gelirsiniz" dedi ve tıpkı bir koşucu gibi evden fırladı. Şaşkın bakışlarla ona doğru bakarken, arkamdan bir ses kulağıma doğru sessizce fısıldadı, "Bu geceyi bana lütfeder misiniz, Hanımefendi?" dedi ve İlkay koluna girmem için işaret etti.

 "Gerek yok, İlkay. Bak, tekrar söylüyorum, o gece tamamen bir hata idi ve tekrarı asla olmayacak bir hata idi. Ben hayatıma erkek almam" dedim. Yüzündeki tüm kaslar gerildi, bunu net bir şekilde görebiliyordum. "Onu ima etmedim sadece böyle bir hanımefendi tek kalmasın diye dedim" diyerek küçümser bir gülüş attı. "Pekala, o zaman önden buyurun" dedi, kafamı olumlu anlamda salladım.

Siyah süet butilerimi giydim. İlkay kapıyı kapattı ve sessizce ayakkabılarını giymeye koyuldu. Asansörü çağırıp İlkay'ın ayakkabılarını giymesini bekledim. Asansör geldi ve ikimiz de konuşmuyorduk. Asansöre bindiğimizde bana bir kere bile bakmamıştı. 

Onun aksine, birazdan patlayacak gibi duran beyaz tişörtünden gözlerimi alamadım. Bu kaslar gerçek miydi? diye sormadan edemiyordum. İlk o indi asansörden ve kapıyı açmasıyla yüzüme bırakması bir oldu. Bu neydi şimdi? İnsan kapıyı tutar, neden bir anda böyle yapmaya başlamıştı? diye sorular yer almıştı zihnimde.

İlkeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin