Bölüm 2

287 41 25
                                    

Şehitlik, insanın varlık sebebini en yüce şekilde ifade eden bir mertebedir. Şehitlerimiz, vatan aşkının, onurlu bir ölümle taçlandığı örnek insanlardır." - Bediüzzaman Said Nursi

En son hatırladığım, abimin göğsüne sarılıp ağlarken bedenim uykusuzluğa yenik düşüp uyuya kalmıştım. Sabah, saçlarımda dolaşan parmakların verdiği huzur ile uyanmıştım. Biraz daha zorlasam, abimin üzerinde yatacakmışım gibi duruyordum ve o, bu durumdan gayet hoşnut görünüyordu; bir eli ile belimi sarmıştı.

Kafamı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri kızarmış, göz altları morarmıştı. "Abi, günaydın. Neyin var, hasta mısın?" dedim. Saçlarıma öpücük kondurup "Günaydın, güzelim. İyiyim ben, gece uyku tutmadı, bugün babamızın şehit töreni için Mersine gideceğiz ya aklıma takıldı" dedi.

Yüzümdeki tebessüm düştü. 'Güzelim' kelimesi bana babamın sözleri gibi gelmişti, belki de abim bana hatırlatmak için söylemişti, zaten abim babama çok benzerdi; buğday teni, kahverengi gözleri, üst dudağı ince alt dudağı ise hafif dolgunlukta ki pembe dudakları, düz inen sivri bir burun yapısı, yanağındaki benlerle tıpkı babam gibiydi, belki de abime bu kadar bağlı olmamım sebeplerinden biri de babama bu kadar benziyor olmasıdır. Bir an sessizlik oldu ve sol gözümden bir yaş düştü. Abim, bunu fark eder fark etmez hemen saçlarımdaki elini kullanarak göz yaşımı silip "İlke, babamız bize ağlamayı değil, güçlü durmayı öğretti. Ben senin her zaman yanında olacağım, ama bana yardım et güzelim. Ben o kadar güçlü değilim, sen ayakta dimdik durursan, ben de sana sarılıp daha dik dururum," dedi. Bu sözler karşısında kendimi bir an olsun güçlü hissettim ve hemen ayağa kalktım.

"Kalk hadi, tembel hayvan gibi yatmışsın. Babamız bizi bekliyor," dedim. Bu sözleri söylerken içim buruktu, fakat abim haklıydı babamız bize güçlü durmayı öğretmişti. Odadan çıktığımda, duvarın kenarında duran valizler ve kargolar vardı, mutfağa doğru gittim annemin gözleri şişmiş ve yorgun bir ifadeyle karşıladı beni. "Günaydın annem," dedim.

"Günaydın meleğim. Biraz hızlı olalım, uçak yarım saate kalkacak," dedi. Annemin bu sözleri, hızla eşyalarımızı toplamamız gerektiği anlamına geliyordu. Hemen odama geçtim. Abim, yatakta bir resimle meşguldü. "O ne?" diye sordum. Abim, fotoğrafı bana doğru çevirdi. Babamın kucağında bebek İlke ve yanında üç yaşlarındaki küçük Alp duruyordu. Bu, babamızdan geriye kalan güzel anılardan sadece biriydi. Bu fotoğraf karşısında gözlerim dolmuştu. Sesim titriyordu, "Abi, toplanmamız lazım. Yarım saat sonra uçak var, Mersin'e gidiyoruz. Babamızı karşılayacağız," dedim. Abim, resme bir süre daha baktıktan sonra kararlı bir ifadeyle ayağa kalktı. Birlikte, odayı tamamen topladık, kıyafet ve okul gereçleri dışında alınacak bir şey yoktu zaten. Annem, kargo şirketiyle anlaşmış ve kolileri almak üzere gelen görevlilere yönlendirdi. Koliler alındıktan sonra, evde yaşadığımız o güzel anıları son kez gözümüzde canlandırarak ve o hayaller kurduğum aynanın önüne son kez geçip kendimi 25 yaşında üzerimde üniforma ile hayal ettim, daha sonra ise kapıdan çıktık.

Kapımızın önünde beyaz bir Opel duruyordu, önünde ise bizi bekleyen bir asker vardı. O asker, babamın şehit haberini getiren askerdi; yüzünden tanımıştım. Ancak bu sefer üzerinde o yıldızlı üniforması yoktu. Arabaya bindik, kimse konuşmadı. Ben ise kafamı cama yaslayarak, yol boyunca sadece dışarıya bakarak, sanki bu acı gerçeği bir süre daha erteleyebileceğimizi umuyordum. Ama içimdeki ses, gerçeğin kaçınılmaz olduğunu biliyordu. Bir yandan, sanki babam yine uzun bir operasyona gitmiş gibi düşünmek istiyordum ancak bir yandan da acı gerçekle yüzleşmem gerekiyordu.

Hakkari Yüksekova Havalimanı'na vardık ve askere sarıldım. "Sen kendine dikkat et, şehit olma, çocukların babasız kalmasın" dedim. Bu sözleri söylerken yüzümde buruk bir tebessüm vardı. Gözlerimdeki buğulu bakışlar, içimdeki karmaşayı yansıtıyordu. Askerle vedalaştık sonra havalimanına doğru ilerledik.

İlkeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin