Bölüm 11

89 13 0
                                    

Ey yıldızların altında medeniyet coğrafyası; Türk! O ölür ki: yükselemedikçe yükselecek. 

 Mehmet Akif ERSOY


Sakince yavaş bir adım attım. Bir adım daha attım. Bana doğru döndü. Elim istemsizce bacak kılıfıma sabitlenmiş tabancama gitti. Temkinlice bir kaç daha adım attıktan sonra gecenin karanlığında, parlayan gözleriyle bana dönüp dikkatle baktı. Birkaç adım daha atarak, önümde dev gibi duran adamın yüzünü tanıdım. Murat Yüzbaşıydı, fakat yüzünde belirgin izler vardı. 

"Komutanım, Üstçavuş İlke KILIÇ" dedim 

Hızlı adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattım. Yüzündeki yaralar net bir şekilde belli olmaya başlamıştı. Kaşı patlamış, üst dudağı yanmış, dudak çizgileri kaybolmuştu. Elleri ve yüzünün sol yanı yanmıştı. Sağ kaşında kanamalar mevcuttu ve kamuflajın dizleri yırtılmıştı, yırtık olan kısımdan kanlar akıyordu, bu kanlar kamuflajını renklendirmişti. İmhadan sonra bu hale gelmiş olacaktı, yaraları hala daha kanamaktaydı. Bu görüntüsü karşısında içimde bir acı oluştu. Vücudum bir anda buz kesildi. Endişe ile sol işaret parmağımı operasyon kulaklığıma yaklaştırdım ve hızla şu kelimeler dudaklarımdan döküldü.

 "Panter 1, Panter 3 konuşuyor. Murat Yüzbaşı'yı buldum saat 2 yönünde. Oğuz, hızlı ol, yarası var, koş!" dedim. 

Murat Yüzbaşı zar zor dudaklarını araladı ve boğuk bir sesle konuşmaya başladı. 

"İyim Üstçavuş Kılıç, sakin ol" dedi, fakat sesi acı içinde çıkıyordu.

Yanımızda duran ağacın gövdesini gösterdim.

 "Komutanım, oturun şuraya, yaranıza bakmama izin verin," dedim. 

Ağır adımlarla ağaca yaklaştı, sırtını ağaca yasladı. Yavaşça kendisini yere bıraktı. Konuşmaya çalıştı. Öksürdü. Yutkundu. Ağzı kurumuştu. Saat 1 yönüne doğru sol elini havaya kaldırdı, eli dengede durmakta zorlanıyordu, sallanıyor, titriyordu. 

"Kılıç" yutkundu, "oradan 5 kişiye yakın" dedi ve öksürdü. 

Gözlerim, parmağının gösterdiği yere ilişti ve sonra hemen Murat Yüzbaşı'ya döndüm. Çantamı yere koyup içinden mataramı çıkardım.

 "Komutanım, gelin, biraz içelim" dedim ve başını ağaca yasladığı için sol elimle destekleyerek su içmesine yardım ettim. Biraz içtikten sonra başını geriye çekti. Acı içinde çıkan sesiyle konuşmaya başladı.

 "Korumaya al" dedi. 

Anında yarası kanamaya başladı

. "Komutanım, yaranız," dedim.

 Cümlemi bitirmeme izin vermedi.

 "Ben öleceğim zaten, Üstçavuş, sana emredileni yap" dedi. 

Bu cümleyle beynimden vurulmuşa döndüm. 

"Komutanım, ölemezsiniz, ben sizi sağ buldum, sağ götüreceğim" dedim. 

Arkamdan gelen koşma sesiyle bacak kılıfımda duran tabancamı alıp arkamı döndüğümde, namlumun ucunda duran bir adet Oğuz'u görmeyi beklemiyordum. 

"Oğuz?"

 sesimdeki anlamsızlıkla bakakaldım. Yumrusu önce yukarı sonra aşağı hareket ettiğinde  yutkunduğunu net bir şekilde görebiliyordum. 

"Komutanım," dedi, sesindeki titreklikle, silahımı geri yerine koyarken Oğuz'un koluna vurdum.

 "İlgilen, Oğuz, ilgilen, hadi, anlındaki yara tekrar kanamaya başladı" dedim. 

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 23 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İlkeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin