O n e

1.5K 50 47
                                    

Salık saçları sırtında dağılmış ve esen rüzgardan uçuşurken gözleri şato benzeri evde irileşmiş bir vaziyette geziniyordu. Kalbi fazla adrenalinden hızlı hızlı çarpıyordu. Ev demeye bin şahidin gerektiği bu yapı büyülü bir şatodan farksız görünüyordu ve arazinin hiçbir köşesinde bu şatodan başka yapı görünmüyordu. Koca bir ormanda tek kalmış gibiydi. İnin cinin dünya şampiyonası düzenlediği bu yerde.

"Ve ben burada kalacağım öyle mi?"

Jennie buna inanamazmış gibi fısıldadığında yanında duran şoför arabadan çıkardığı küçük valizi ona uzattı. "Efendim, eşyalarınız." Jennie kendisine uzatılan küçük çantaya döndü. Dalgın bakışları şimdi huysuz bir hale evrilmişti. Çantasını çatık kaşlarıyla hırsla aldı. "O babama söyle bu şatoda ruhumu şeytanlara sattığımda ilk ona musallat olacağım!"

Şoför kızın sinirli ama sevimli hâline gülmek istedi ama yapmadı. Daha çok acıdı çünkü ceza diye getirildiği bu yer fazlasıyla ürkütücüydü. İri yapılı olmasına rağmen onu bile korkutmuştu bu kendisini yutacakmış gibi hissettiren yer. Etrafta upuzun ağaçlar vardı ve gökyüzü sinirli gibi griydi, bazen bulutlar birbiriyle sürtüşüyor ve gök hafif hafif gürlüyordu.

Burada kim yaşardı ki, kafayı yemiş olmalıydı Bay Kim'in arkadaşı. Jennie ayaklarını toprağa vura vura koca kapıya ilerlerken şoförü arkasından, "Kendinize iyi bakın efendim!" diye bağırdı. Jennie dudaklarını büzüp ona döndü. "Sen de, o salak kardeşime göz kulak ol, babamın siniri geçince geleceğim geri!"

Jennie hüzünle burnunu çekip büyük tahta kapının önünde durdu. Hayır şaka yapmıyor veya abartmıyordu, burası gerçek bir şatoya benziyordu. Arabanın sesi kulaklarına dolduğunda kafasını çevirip son kez baktı. Buraya gelmeden bir kilometre ötede bir sınır vardı ve tonlarca adam bu geniş araziyi koruyordu. O yüzden buralarda hiç koruma yoktu. Yarım kilometre geride ise buranın çeyreği kadar bir ev vardı, çalışanlar akşam ayrılıyor ve oraya gidiyorlardı.

Bu kadar korunaklı olması bir yandan iyi gelsede koca ormanın içindeki ruhani varlıklardan kim koruyacaktı zavallı kızı. Apaçık ürkmüştü. Daha fazla beklemeyip kendini rahatlattı ve insan görüp rahatlayabilmek adına zili çaldı. Kocaman evde kim duyar diye merak etti. Kendi oturduğu evde bir villa olmasına rağmen bu şatonun yarısı kadardı. Üstelik bu şato gerçekten çok karamsardı, o romanlarda okuduğu büyülü şatolar gibi.

Fazla beklemesine gerek kalmadan kapı açıldığında beyaz işçi kıyafetleriyle genç bir kız açtı kapıyı.

Dudaklarında minik bir tebessümle, "Hoşgeldiniz efendim buyrun lütfen." dedi. Jennie sıcak karşılamanın ardından kenarı çekilen kızla içeriye adımladı. "Hoşbuldum." Kadın nazikçe elindeki çantaya uzanmıştı. "Odanıza götüreyim." Jennie küçük valizini kızın eline bıraktı. "Bay Taehyung sizi içeride bekliyor, takip edin beni lütfen."

Jennie babasının arkadaşının ismini duyduğunda başını sallayıp ilerleyen kadının peşine takıldı. İçerisi dışarısı gibi iç karartıcı değildi. Aksine çok güzel aydınlatılmış, etrafta zarif ahşap detaylar vardı. O kadar güzel görünüyordu ki Jennie gözlerini etraftan alamıyordu. En azından evin içinde her an ruhani varlıklar tarafından kaçırılacağını düşünmeyecekti. Yine de koca ev bir tık ürkütücüydü.

Jennie üstündeki gerginliği atamazken iri gözleri etrafta geziniyordu meraklı bir çocuk gibi. Geniş salona girdiklerinde krem rengi duvarlar ve bordo rengindeki şık koltuklar karşılamıştı onları. Jennie'nin ilk dikkatini çeken sert bir şekilde yanan şömineydi. Alevler öyle hoyrat yanıyorlardı ki Jennie ben geldim diye ruhani varlıklar mı harlandırdılar acaba diye düşünmeden edemedi. Git buradan mı diyorlardı ki? Jennie gözlerini şömineden çektiğinde duvardaki koca tablo çekti dikkatini.

wines and you / taennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin