8 yıl sonra;
Her yaşam bir masaldır. Ve herkes kendi masalının kahramanıdır. Kiminin masalı güzel başlayıp kötü biter, kiminin ki ise kötü başlar ama güzel biter. Onun hikayesi güzel başlamış ama umduğu gibi bitmemişti. Ama biliyordu, yaradan hiçbir hikayeyi yarım kalsın diye yazmazdı. Onun yarım kalan masalı bir gün, bir yerde kaldığı yerden devam edecekti.
Genç kızın sessiz adımları adliye koridorlarında sakince ilerliyordu. Bu sabah gözünü açtığında hiç ummadığı bir haber almıştı. Haberin doğruluğu hakkında net bir bilgiye sahip değildi ama ihtimali dâhi onu altüst etmeye yetmişti. O...! İsmini dudaklarına yasakladığı adam... Gerçekten geri dönmüş olabilir miydi? Eğer doğruysa, eğer onun şehrine geri döndüyse, kalbi buna nasıl dayanacaktı. Bunca yıl sonra onu yeniden görmeye ve yüzüne bakmaya cesareti olmadığını hissediyordu.
Günü bu kafa karışıklığı ile, her zaman olduğundan daha dalgın bir vaziyette bitirdi. Ve sonraki iki günü de öyle. Üçüncü günün sonunda adliyeden çıktığı sırada, köşe başında park halinde bekleyen askerî bir araç gördü. Kalbi yıllar sonra ilk defa yeniden çarpmaya başladı. Öyle hızlı, öyle acı bir şekilde çarpıyordu ki, hissettiği ağrı yüzünden neredeyse ağlayacaktı.
Küçük adımlarla araca yaklaştı ancak karanlık camları yüzünden hiçbir şey göremedi. İçeride kimse var mı yok mu onu da bilmiyordu. Daha fazla dikkat çekmemek için araçtan uzaklaşmaya karar verdi. Şayet içeride birileri varsa ve aracı bu şekilde incelediğini görüyorlarsa gülünç duruma düşebilirdi.
Henüz iki adım atmıştı ki, bir ses adımlarının olduğu yere çakılmasına sebep oldu. Bu ses ve melodi onu yıllar önceye, kalbine ilk kez aşkın düştüğü o zamanlara götürdü. Oysa kendine bu türküyü yasaklamıştı. Bildiği tüm hüzünlü şarkı ve türküler yıllardır ona yarenlik ediyordu ama bir tek bu türküyü o günden sonra bir daha hiç dinlememişti. Adını diline yasakladığı gibi, onu hatırlatacak her şeyi de kalbinin derinlerine itmişti. Genç adam onun derinlerde saklı duran ve hiç kapanmayan yarasıydı. Kabuk dâhi bağlamamıştı. Hâlâ ilk günkü gibi kanıyordu.
Bedenini usulca döndürdü ve bakışlarını aracın ön camına dikti. Türkü hâlâ devam ediyordu ama onun varlığını belli edecek herhangi bir hareketlenme yoktu. Alya tüm cesaretini toplayıp ileri doğru bir adım attı. Ancak, o bu adımı atar atmaz, çalışır haldeki araç gaza basıp yanından rüzgar gibi geçip gitti. Alya ardından kalan toz bulutuna bakarken kalbi acı ile kasıldı. Oydu! Artık bundan emindi. Günler önce Sevde onu arayıp Arda geri dönmüş dediğinde ona inanmamış belki de inanmak istememişti. Çünkü onun bir gün yeniden bu topraklara döneceğine hiç ihtimal vermemişti. Yaşanan onca şeyden, edilen tüm o yeminlerden sonra onu bir daha görmeyi beklemiyordu.
Gerçi henüz görmüş sayılmazdı ama az önce olanlardan sonra onun olduğuna artık emindi. Sevde doğru söylemişti. O! Gerçekten de buradaydı.
Bu farkındalık ile daha bir titredi. İçi de dışı da ayrı ayrı titriyordu. Bu titreyiş heyecandan mı yoksa korkudan mıydı bilmiyordu. Ama genç adamın varlığını hissetmek dahi tepetaklak olmasına yetmişti. Onu görmeye, onunla hesaplaşmaya hazır olup olmadığını bilmiyordu. Ama içinden bir ses buna hiçbir vakit hazır olmayacağını söylüyordu.
❣️
Arda günlerdir ona gitmemek için kendi ile savaşıyordu. Yeminini bozduran ve onu yeniden bu topraklara sürükleyen kaderine kızsa mı, gülse mi onu da bilmiyordu. Ne yapacaktı? Onun nefes aldığı bu şehirde onu görmeden nasıl duracaktı. Ya gördüğü vakit ne yapacaktı. Onu hırpalamaktan korkuyordu. Aşkına sahip çıkmadığı için, hikâyelerinin yarım kalmasına sebep olduğu için, yıllardır bitip tükenmek bilmeyen şu kahrolası ağrıyı göğsüne yerleştirdiği için ona kızmak istiyordu. Avazı çıktığınca bağırıp çağırmak ve sonra da onu tutup sımsıkı sarılmak istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜRT KIZI (DÜŞ SERİSİ 3)
Spiritualİnancı ve yaşayış biçimi farklı olan insanlar bir araya gelebilir mi? İşte bu sorunun cevabı hikayemizde saklı.. Farklılıkları yüzünden bir araya gelemeyen iki gencin acı dolu, sürükleyici hikâyesini okumaya hazır mısınız? Bir deli rüzgârın ve masum...