Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
ÖLÜMÜN KOKUSU
🌘
Bu dünya çok ölüm görmüştü. İnsanlık bir çok vahşete şahit olmuştu. Savaşlar olmuştu ve olmaya devam ediyordu. Savaşlarda erkek, kadın, çocuk ayırt etmeksizin bir çok insan öldürülüyordu. İsyanlar çıkmıştı, insanlar istediklerini almak için hakları yokken başkalarının canını almıştı.
Ediz, Atay ve Lami bir çok ölüme şahit olmuştu. Hiç biri bu denli yıkmamıştı. Yanmamışlardı bu kadar. Ağlamamak için direnmemişlerdi hiç.
Atay'ın elleri hiç titrememişti.
Lami ölenlerin arkasından haykırmamıştı.
Ediz dizlerinin üzerine çökmemişti.
Yetersiz hissetmezlerdi. Kalplerinden bir parça kopmuş gibi bir sızı oluşmazdı kalplerinde.
Atay hep harekete geçer emirler yağdırırdı. Öylece hareketsiz durmazdı.
Lami kötü etkilenebilecek şahıslar varsa etrafta onları uzaklaştırırdı. Etrafta öyle birileri yoktu. Lami onları oyalamak yerine Sungur'a sarılmış ağlıyordu.
Ediz dimdik durur öldürülenlerin intikamını almak için planlar yapardı. Ve en kısa zamanda aklındakileri yerine getirirdi.
En kısa ve uygun zamanda.
Ama şimdi dizlerinin üzerine çökmüş kırmızıya boyanmış bir elbiseyle yüzükoyun yerde uzanan kadına hipnoz olmuş gibi bakıyordu.
Bitmişti. Ölmüştü. Onca kan kaybından sonra bir insan nasıl ayılabilirdi ki? Sırtı kandan dolayı gözükmüyordu bile.
O ölümün nasıl koktuğunu bilirdi. Etraf ölüm kokuyordu. Etraf kan kokuyordu.
Kırmızı kokuyordu...
Hayır. Ölmedi. Ölmesin...
Ayağı fırladı genç adam. Eli ayağı birbirine girmişti. Lanet olası ambulans nerede kalmıştı? Kendisi çok hızlı gelmişti. Gelirken çağırdığı ambulans ise muhtemelen yarı yoldaydı. Onları bekleyemezdi. Kahküllü ölemezdi.