Günlerim bok gibi geçiyordu.
Beomgyu yakında memleketine dönecekti ve ben yurtta yalnız kalacaktım. Herkes birer birer aile evine gidiyordu bense korkudan dışarı adımımı bile atamıyordum.
Beomgyu'ya dersten kaldığımı söylemiştim ama sınava girmediğim için olduğunu bilmiyordu. Bendeki tuhaflığın farkındaydı ama anlatamayacak durumda olduğumu anlamış gibiydi. Bir iki defa konuyu açmaya çalışsa da ben kaçınca üstelemeyi ertelemişti. Bunun için ona minnettardım çünkü üstelemesi halinde daha ne kadar saklayabilirdim bilmiyordum. Çok doluydum ve giderek paranoyaklaşıyordum.
Artık yemekhaneye bile onu görme ihtimaline karşı inemiyordum. Beomgyu her seferinde bana yemek getirmek zorunda kalıyordu. Üşendiğim için olduğunu söylesem de inanmadığını biliyordum. Dışarıya gündüz vakti kalabalık bir ortam olsa dahi gidemiyordum. Dedem sürekli ne zaman geleceğimi soruyordu, tek yapabildiğim saçma sapan bahanelerle onu geçiştirmekti.
Ne kadar daha böyle gideceğini bilmiyordum ve bu belirsizlik beni mahvediyordu. Pek çok kez kendi içimde dolup mesaj kutusuna girsem de bir şeyler yazıp gönderememiştim. Nefretimi ve korkumu kusamıyordum. Hem ondan hem de kendimden nefret ediyordum. Geceleri uykusuzluktan bayıldığım anlarda hep o çocuğu görüyordum. Yüzü yoktu, sırtı dönük ellerinden kan damlarken yere düşüp karanlığın içinde kayboluyordu. Her seferinde Soobin'le göz göze geldikten sonra uyanıyordum. Uyur ya da uyanık olmam fark etmiyordu, bir kabusun içine sıkışmıştım.
Yatağın içinde sağa dönerken sıkıntıyla nefesimi verdim. Kafam belki biraz sakinleşir diye beyaz gürültü dinlemeye başlamıştım ama hiçbir halta yaramıyordu. Yastığa yaslı olan taraf ağrıtınca kulaklığımı çıkarttım. Artık hiçbir şeye tahammülüm kalmamıştı.
"Yeonjun, bu sefer yemekhaneye birlikte iniyoruz."
Hangi ara geldiğini anlamadığım Beomgyu yatağımın kenarına oturup bağladığı kollarıyla tartışmaya hazırım dercesine bana bakıyordu. Demek ki daha fazla beklemeyecekti. Sakin tutmaya çalıştığım sesimle konuştum.
"Aç değilim."
Sabır dilenir gibi baktı suratıma. "Yeonjun çok zayıfladın. Şu göz altlarına bir bak. Son zamanlarda cidden tuhaf davranıyorsun. Üstüne gelmemek için uğraşıyoruz, senin anlatmanı bekliyoruz ama sen giderek kendini kapatıyorsun. Yanındayım yine de sana ulaşamıyorum. Dayanılmaz geliyor artık anlıyor musun? Böyle çöktüğünü görmeye dayanamıyorum."
Gözlerim dolunca bakışlarımı yere indirdim. Ben de dayanamıyordum.
"İyiyim ben."
Beomgyu'nun alaylı gülüşünü duydum. Onu üzüyordum. "Sen olsan inanır mıydın buna?"
"Evet." Hayır.
Ayaklanıp yorganı üstümden çektiğinde anlamsız olduğunu bilsem de direnmeye çalıştım. Hiç gücüm kalmamıştı.
"Hemen kalkacaksın. Gideceğiz ve düzgünce yemeğini yiyeceksin. Eğer yemekhanede istemezsen Huening'i de alıp dışarı çıkarız. Ama her halükarda odadan çıkıp bir şeyler yiyeceksin. Tamam mı? Git banyoya kendine gel. Bekliyorum."
-
Beomgyu itiraza izin vermeden ikimizi de hazırlayıp dışarı çıkarmıştı. Huening'le, ben banyodayken konuştuğunu tahmin ediyordum. Kapının önüne iner inmez bizi arabayla almıştı çünkü. Restoranta gelirkenki süreçte biraz kötülesem de kriz geçirmemiştim. Yine de dışarı çıkmak kötü bir fikirdi. Gördüğüm her uzun boylu kişiyi o sanarak yerime sinip kasılmaktan vücudum ağrımıştı. Huening ve Beomgyu bana korkuyla bakıyordu. Arkadaşlarının bu hâli onlara garip geliyor olmalıydı. Tuhaf göründüğümün farkındaydım. Dünyanın bir ucuna dahi gitsem geçmeyecek bir tedirginlik vardı üstümde.
"Yeonjun yemeğini yer misin?" Beomgyu gözleriyle beni uyardığında yerimde doğrulup çatalı kavradım. Huening yemeği rahat yemem için kesip ayırmıştı. Zorlukla küçük bir lokma aldım. Etrafa göz gezdirmeyi bırakamıyordum.
"Baban istediği şirketle anlaştı mı? Geçen görüşmeler için şehre döndü diyodun." Beomgyu'nun dedikleriyle Huening'e baktım. Bunlardan haberim yoktu. Babası katı ve disiplinli biri olduğundan Huening o ne zaman evde olsa tedirgin olurdu. Normalde babası döndüğünde canı sıkılmasın diye birlikte vakit geçirirdik ama kendime dalmaktan arkadaşımla ilgilenememiştim bile.
"Son görüşmeleri yapıyorlar. Anlaşmaları gereken çok fazla konu olduğu için aceleye getirmiyorlar. Tamamlanırsa hepimiz rahat edeceğiz." Konuşması biterken ortadaki eti dilimleyip tabağıma koydu. Sorun yokmuş gibi davranıyordu ama o da diken üstündeydi biliyordum. Destek vermek istercesine bacağına dokundum. Dönüp gülümsedi.
Huening bize göre daha kibar ve naifti. İnce düşünen, merhametli ve sevdiği zaman bunu yapabileceği her şekilde göstermekten çekinmeyen biriydi. Babasından bu denli zıt oluşu, üstüne yığılan beklentileri de düşününce ona zor geliyor olmalıydı.
Beomgyu içecek istemek için garsonu çağırdığında refleks olarak çağırdığı yere baktım. Adam yürürken arkasındaki masada gördüğüm kişiyle bir an için donakaldım.
Tüm vücudumu şimşek çakmış gibi bir titreme aldı. Zorlukla hareket ettirdiğim elimle kolumu sıktım. Acı hızla yayılmaya başlayınca korkuyla gözlerim büyüdü, rüya değildi. Rüyada değildim. Kalbimin çırpınışını ağzımda hissediyordum. Gözlerimi ondan çekemiyordum. Yanındaki kişiyle hiçbir şey olmamış gibi yemek yiyordu. Hiçbir şey olmamış gibi. Kimseyi öldürmemiş gibi. Bu görüntü beni dehşete düşürdü.
"Yeonjun?" Huening'in sesi çok boğuk ve uzaktan geliyordu. Onlara taraf baktığımda buğulanan gözlerimden dolayı ikisini de seçemedim. Kusacak gibi hissedince lavaboya gideceğimi söylerek ayaklandım. Gerçi söyleyebilmiş miydim bilmiyordum. Kendi sesim kulağıma ulaşmıyordu bile. Sadece atan kalbimin sesi yankılanıyordu.
Kalkarken sandalyem devrilir gibi oldu. Hemen tutup koşarcasına lavaboya yürüdüm. Beomgyu ya da Huening'den birinin gelmesini istemem gerekiyordu ama ağzımı açarsam kelimeler yerine midemin konuşacağını biliyordum.
Boş kabinlerden birine girip kapıyı kilitleyemeden klozete yediğim iki lokmayı da kustum. İçeride kimsenin olmaması tek şansımdı. Ağzımda kalan acı tatla yüzüm buruştu. Kalan son gücümle kapıyı örtüp kilitledim. Sifonu çektikten sonra kapağı kapatıp klozetin üstüne oturdum. Verdiğim derin nefeslerle bir süre kendime gelmeye çalıştım. Ayaklarım artık tutmuyordu.
Bir dakika kadar ya geçti ya da geçmedi. Dış kapının açıldığını duydum. Adım sesleri boş alanda yankılanırken ayaklarımı kendime çektim. Ayakkabının mermer üstündeki tok sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Gelen Huening ya da Beomgyu'dan biri olsaydı çoktan adımı seslenirdi. Endişe tüm vücuduma yayıldı.
Kapının kilidini kontrol ettim. Kimse bana bir şey yapamazdı. Kalabalıktı. Beomgyu ve Huening buradaydı. Bir şey yapamazdı. Kollarımı bacaklarıma sarmış aynı cümleyi tekrar ediyordum. Dışarıdaki kişi her kimse adım sesleri beynimde yankılanıyordu. Giderek yaklaştığını hissetsem de bunun sadece paranoyam olduğuna ikna etmeye çalışıyordum kendimi. Nefes bile almayı bıraktığım saniyelerde kapının açıkta kalan kısmına gölge düştü, ardından kapı tıkladı.
"Yeonjun-sshi?"
Yerimde sıçrarken gözlerimi sımsıkı yumdum. Yüzümü dizlerimin arasına gömüp yapabildiğim kadar kendimi sıktım. Yine bir kapının ardından bana sesleniyordu.
"İyi misiniz?" Git.
Birkaç kez daha tıklattı sonrasında tuvaletin dış kapısı tekrar açıldı. Huening'in sesini duydum.
Hemen kapının kilidini çevirdim. O kadar güçsüzdüm ki bu hareket bile beni yorgun düşürmüştü. Huening'in ona bir şeyler dediğini duydum ardından kapımı araladı. Berbat göründüğümün farkındaydım. Nitekim nasıl olduğumu bile sormadan Huening'in beni direkt kucaklaması da bunu kanıtlıyordu.
Huening'in kucağında tuvaletten çıkarken bakışlarım saniyelik Soobin'inkilerle buluştu. Gözlerinde gördüğüm endişe beni hazırlıksız yakaladı. Bir an için bana üzüldüğünü düşünecek kadar gerçekçiydi.
Yanına biri gelip omzundan tuttu. Yemek yediği kişiydi bu. Soobin gözlerini yumup arkasını döndü. Birlikte uzaklaştılar. Gördüğüm son şey bu olmuştu. Sonrasında derin bir uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deep down i need you more
Fanfiction#yeonbin texting + düz yazı En büyük derdim kalmamaya uğraştığım derslerimdi. Onunla tanışana kadar.