Kaza geçirdiğimizi tam anlamıyla idrak etmem birkaç dakikamı aldı. Soobin'in üstüme eğilip beni kontrol ettiğini görsem de tepki verememiştim. Vücudumu hareket ettiremiyordum. Tüm kaslarım gücünü kaybetmiş gibiydi. Bu, bir an için beni o kadar korkuttu ki nefes alamamaya başladım.
Soobin o sırada arabadan inip ön taraftan dolanarak kapımın olduğu izaya geldi. Sahneyi uzaktan izleyen bir seyirci gibiydim. Aynı anda bedenime hem bu kadar sıkışmış hem de bu kadar kopuk hissedebilmem çok garipti.
Kapıyı aralayıp beni kucaklayarak çıkardığında hiçbir şey yapamadım. Beni kaldırımın kenarına indirip arabaya geri döndü. Önümde eğilip elinde tuttuğu şişedeki suyu avcuna dökerek yüzüme değdirdi. Soğuk olmasına rağmen iyi hissettirmişti. Vücudum girdiği uyuşukluktan ufak da olsa sıyrılmıştı sanki.
"Yaralanmadın Yeonjun. Sarsıntı geçirdin. İyisin. Güvendesin."
Usulca başımı salladım. İhtiyacım olan cümlelerden bir buket yapıp önüme koymuş gibi hissetsem de sözleri rahatlatıcıydı. İlk kez o an akıl ederek tüm vücudumu taradım. Gerçekten de görünürde herhangi bir sıkıntı yoktu. Zaten kemer ve Soobin'in kolu beni koltuğa sabitlediğinden herhangi bir yere çarpmamıştım. İyiydim.
Biraz daha kendimi toplarlayabilmek adına terapistimin öğrettiği nefes egzersizlerini yaptım. Bir ara Soobin tekrar arabaya döndü. Üzerime bırakılan sıcaklığı hissedene kadar ceketini almak için gittiğini fark etmemiştim.
Artık ceketin bile sıcak tutamadığı ana kadar kapısı açık arabanın kenarında öylece durduk. Soobin'in eli telefonundaydı. Birkaç kez konuşmak için gidip dönmüştü ama o anlarda bile gözü hep üstümdeydi.
Yaşadığımız şeyin gerçekten 'kaza' olup olmadığını merak ettim.
"Gidelim mi artık?" dediği şey üzerine hayretle ona döndüm. Araba gözüme çok korkunç geliyordu şu anda. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi kalkıp yola devam edebilirdik ki?
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bugün herhangi bir araca binebileceğimi sanmıyorum."
Konuşurken artık Soobin'e değil kaldırımın boyası kalkmış tuğlalarına bakıyordum. Utanıp sıkılsam da gerçek buydu. Korkmuştum.
"İleride bir pansiyon var. Biraz yürümemiz gerekecek."
"Olur." beklemeden konuştum. Arabaya binmek dışında her şeye tamamdım. Oluşan hasardan haberim yoktu. İkimiz de burnumuz kanamadan çıkmıştık ama yine de araba ağaca çarpmıştı sonuçta.
Ayağa kalkıp başımın dönmediğinden emin olmamın ardından kaputun kenarında durarak Soobin'i bekledim. Araçtan bir çanta çıkartıp kapıları kitledikten sonra bana kısa bir bakış atıp yürümeye başladı. Yapabileceğim tek şeyi yaparak onu takip ettim.
Ne soracaklarımı ortaya dökebiliyordum ne de ertelemeye dayanabiliyordum. Kafam karman çormandı. Vücudum ise soğuktan ve şokun etkisinden uyuşmuştu.
Az ilerimde yürüyen Soobin'e baktım. Yine sadece sırtını görebiliyordum. Ben üfleseler uçacak bir yaprak gibiydim, o ise kökleri toprağa tutunmuş bir çınara benziyordu. Karşılıklı doğru dürüst iki laf etmemişken sadece duruşuyla böyle güçlü bir etki bırakabilmesi şaşırtıcıydı. Yanındayken hissettiğim gerginlik kaybolmasa da bir yanım güvende olduğumu biliyordu. Kaza anında beni düşünerek hareket etmesi yadsıyamayacağım bir gerçekti.
"Dedemi bu kadar çok mu seviyorsun?" düşüncemi sesli dile getirdiğimi anlamam birkaç saniye sürdü. Toprak yolda yere sürttüğü ayakkabılarının sesi bir an için durdu, ardından yürümeye devam etti. Sanırım konuşmak için ilk hamleyi benim yapmamı beklemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deep down i need you more
Fanfiction#yeonbin texting + düz yazı En büyük derdim kalmamaya uğraştığım derslerimdi. Onunla tanışana kadar.