Yatağın ucuna sinmiş, olduğum yerde sallanırken ağzıma gelen kan tadı ve takip eden sızıyla yerimden sıçradım.
Aklımı kaçıracaktım. Sabaha kadar uyumamış binbir türlü planlar yapıp bozmuştum. Daha ne yapacağıma karar verememişken Huening'in attığı mesajla her şey daha berbat hâle gelmişti. Haberi alır almaz kapıyı kitleyip önüne ağır eşyalar dayamıştım ama rahat değildim. Soobin ruh hastasının tekiydi. Birini öldürmüş, beni tehdit etmiş ve pencereden gözetlemişti. Naparsam yapayım kimseye bir şey anlatmamamı, onu tanımazdan gelmemi söylemişti.
Konuşmak isteyen o olsa bile.
Hiç aklıma yatmıyordu. Onu anlamıyordum. Ben istesem bile benimle konuşma ne demekti? Emin olduğum tek şey onun deli olduğu ve bu şekilde giderse beni de delirteceğiydi.
Polise gidecek gücü kendimde bulamıyordum, dediği gibi sonuçlarının altından kalkamazdım. Bu riski göze alamazdım.
Sinirle saçlarımı çekiştirdim. Bunun bir sonu yoktu. Kimseye bir şey anlatmadığımdan emin olmak için sürekli peşimde olacaktı, bundan hiçbir zaman kurtulamayacaktım. Canını çok sıkar ya da şüphe uyandırırsam canımı sevdiklerimle yakacaktı ve en sonunda da beni öldürecekti. Nasıl kurtulabileceğimi bilmiyordum.
Sınavlarımı çoktan gözden çıkartmıştım. Şu an hiçbiri umrumda değildi. Sadece ilerleyebileceğim bir yol istiyordum. Kafayı kırmadan önce bir çıkış bulmak istiyordum. Kurtulmak istiyordum.
Düşüncelere dalmışken kapıdan gelen sesle bir an için donakaldım. Anında kalbim sıkışmaya, nefesim daralmaya başladı. Bayılacak gibi hissediyordum. Kapının ardında kim olduğunu biliyordum. Gelmişti. Buradaydı.
Geleceğini bilmek beni hazırlıklı yapmıyordu. Hâlâ deli gibi korkuyordum ve her an kapıyı kırıp girecekmiş gibi hissediyordum.
"Yeonjun-sshi?"
Gözlerimi yumdum. Sesi kanımı dondurdu. Onu duymak istemiyordum. Yok olsun istiyordum. Kapımın önünde bir katil vardı.
Parmak ucunda yürüyerek girişe koyduğum eşyaların izin verdiği ölçüde yaklaştım. Kalbim deli gibi çarpıyordu ama ne yapacağını kestiremediğim için belki bir şeyler duyarım diye kapıya yaklaşmıştım. Telefonum elimde hazır bekliyordum, gitmezse güvenliği arayacaktım.
Ayrıca kapıyı açmak zorunda değildim. Etrafta insanlar vardı, gündüz vaktiydi, hiçbir şey yapamazdı. Kendimi onaylarcasına başımı salladım.
"Yeonjun-sshi? 702 numarada kalıyorum. Girişte arkadaşınız sizi arıyordu. Ayrıca defterlerimiz karışmış açarsanız onu teslim edeceğim."
Sakin sesi tüylerimi diken diken etti. Nasıl hiçbir şey olmamış da sıradan bir yabancıymış gibi konuşabiliyordu? Yaptıklarını bilmesem ona kibar diyebileceğim kadar nazik bir tonla konuşuyordu. Sinirden gülecektim. Bu herif gerçekten hastaydı.
Kapı birkaç kez daha çaldı ardından durdu. İçimden gitmesi için yalvarıyordum. Kısa süren sessizliğin ardından uzaklaşan adım sesleriyle olduğum yere çöktüm. Elim ayağım boşalmıştı. Vücudum pelteleşmiş, ağzım kupkuru olmuştu. Kalbim hâlâ deli gibi atıyordu. Belki de hayatımın sonuna kadar böyle yaşayacaktım.
Bu ihtimal vücuda bürünüp elleriyle boğdu beni. Nefesimi kesti. Bir ağırlık gibi üstüme çöktü. Kesik kesik iç çektim. Gözlerim dolarken ağzımı ellerimle kapatıp duvarların bile duymasından korkarak ağladım. Hayatım bitmeden önce bir çıkış yolu bulmak zorundaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deep down i need you more
Fanfiction#yeonbin texting + düz yazı En büyük derdim kalmamaya uğraştığım derslerimdi. Onunla tanışana kadar.