Küçüklüğümden beri saçma olduklarını düşündüğüm için okumadığım onca kitabı düşündüm. İçinde aşkın, saf sevginin ve dürüst insanların olduğu kitaplar. Bir kere Jane Austen okusaydım, daha çabuk keşfeder miydim Rin'i? Kendimi bu kadar büyük ve eş zamanlı olarak bu kadar küçük görmeseydim hatırlar mıydım onun o hiç unutmadığı günü? Bir kere olsun kendimi sevdirmeye çalışmak yerine kendim olmaya çalışsaydım biz olabilir miydik? Biz her koşulda birbirini bulabilecek kaderi beraber yazılmış iki aşık mıydık yoksa sadece birbirine acıyan iki yaralının karşılıklı can simidi misyonu muydu bu bağ? Rin beni ilk gördüğünde en iyi taraflarımdan biriyle görmeseydi sever miydi beni? Rin'in aşkı benim soğuk duvarlarımda parçalanır mıydı? Onu üzüp hiçbir şey olmamış gibi davranır mıydım belki?
Sorular, ne olursa olsun beni rahat bırakmıyordu. Değişim bir gerçekti evet, ama bazı şeyler üstünüze kenetlenmişçesine kalıyordu işte. Değişimden başka değişmeyen şeyler de vardı. Rin'e güvenmiyor değildim, onu seviyordum da. Güvenmediğim belki de kendimdim, mutluluğumun arasına sızan huzursuzluk ben ve yapabileceklerimdi belki de.
Nitekim zaman uydurmuş olmak isteyeceğim gerçeği her zaman suratıma vuruyordu.
Sanrılarım hafiflese de azalmıyordu, testlerden yalan söyleyerek geçmeye çalışsam da bazen başaramıyordum. Başarısızlık beni daha da çıldırtıyordu, nerede hata yaptığımı bulamadıkça daha da sapıtıyordum.
Bunca güzel şey arasında her şeyi bozan detay yine bendim, hep bendim.
Ve bunların hepsini içimde yaşamak zorundaydım. Kimsemin olmaması çok kötüydü ama bir yerden sonra Rin'e her şeyi anlatmak güçleşmişti. Onu üzmeme isteğim kendimi açma isteğimden ağır basıyordu.
Birine çok değer vermekle kimseye değer verememek çok da farklı değilmiş gibi hissettirmeye başlamıştı. Bu his yanlıştı, hislerin yanlışı doğrusu olur muydu bilmiyordum ama bir şeyler karnımı ağrıtıyordu. Rin'in bana kattıkları yadsınamazdı yine de bazen kendimi aşırı bencil hissediyordum. Nedensizce huzursuzluk verici bir şeyler kıpırdıyordu işte.
"İsagi?" Durgunluğumu fark etmişti. Bugünlük iç tahlilimiz buraya kadarmış.
"Evet?"
"Her şey yolunda mı?"
Gülümsedim.
"Elbette." İçtenlikle gülümsedi.
"Tamam o halde."
Rin beni seviyordu, ben de onu. Ama Rin de olsa benim her halimi anlayamaz, maskeyi her zaman fark edemezdi. Aşırı karamsarlıktan asla kurtulamayacaktım, lanet gibi üzerime yapışmıştı. Gün boyu aynı şeyleri kafamda çevirip durdum, yorgun olduğumu söyleyerek yatağa girdim. Gözlerimi kapatsam da bilincim hep açıktı ve bilinç acıtıyordu.
Her şey güzelken neden canımın acıdığını bilmiyordum, anlam veremiyordum.
Sorunum neydi?
Daha ne istiyordum?
Bu açgözlülük müydü?
Öyleyse istediğim şey neydi?
Hiçbir cevap yoktu, hiçbir soru da mantıklı gelmiyordu zaten.
Yine her şeyi berbat etmek istemiyorum.
Lütfen.
Aşırı dindar biri değildim hatta dinle doğru düzgün bir ilişkim bile yoktu. Ama Rin'in benim için özenle yaratıldığına inanırdım. Onu kaybetmemek için Tanrı'ya yalvarabilirdim.
Yalvarıyorum Tanrım, onu benden alma. Girdiğim bu saçma sapan durumdan çıkmama yardım et, ondan uzaklaşmama izin verme. Uzun zamandır ilk defa nefes alıyormuş gibi hissediyorum, uzun zamandır ilk defa gerçekten bir şeyler hissediyorum. Bunu kaybetmek istemiyorum.
Ne olursa olsun, ben İsagi Yoichi'yim ve kaybetmekten nefret ederim.
SELAM DOSTLAR!
yine kısa bölümler yine ben! sarkı cok hos dinleyiniz!
eee ne düşünüyorsunuz niye bir anda isaginin beyni bulandı ve yazar olaysız sadece iç dünya yansıttı? ne yaşıyor bu sizce?
HER NEYSE, ÇOK ÖPÜLDÜNÜZ AŞK BAHÇELERİMİN GÜLLERİ (bune PUAHDJKAHJKFJK)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
it wasn't real too, right?
FanfictionBu da gerçek değildi, değil mi? Bunu da ben uydurmuştum. Hayır, ilk defa bir şeyin gerçek olmamasını istedim ama bu gerçekti. Tamamen gerçekti.