Yanıma gelerek beni kollarının arasına aldığında başımı boyun girintisine yasladı.
"Kemal o çocuk kim?"
"Babacığım, anneciğim... Umarım hep mutlu olursunuz."
Gözlerim önümü göremeyeceğim raddede dolmuştu. Akan göz yaşım değildi, sanki biri içerisine doğru toprak atıyordu. Diri diri gömülüyordum kendi ellerimle kazdığım bu mezara. Ekrandaki çocuğun gözleri parlarken, benim hayat ışığım sönüyordu. Kemal onu nasıl tanıyıp yakından sevebilirdi ki? Bu çocuğun bizim olması imkansızdı. Göz yaşlarım bir el tarafından silinirken, bu el şifa yerine tenime diken gibi batıyordu.
"Mine bana bak!"
Ben onun yüzüne çocuğumuzu kaybettiğim için bakamazken, o benden saklamış mıydı?
"Bunu..." dedim ve tüm kelimeler boğazımı bir kör düğümle bağladı. Nefesim kesiliyordu, konuşamıyordum. Elleri yanaklarıma yerleşirken, gözlerimizi buluşturmaya çalışıyordu. Değil gözlerimizin buluşmasını istemek şu an burada durmak bile bana rahatsızlık veriyordu. Bu yüzden gözlerimi kapatarak ona döndüm.
"Bunu benden saklamadığını söyle, Kemal." dedim.
Televizyondan tekrar ses gelmeye başlarken, odayı Çetin'in sesi doldurdu.
"Gerçekleri öğrenmek istiyorsan gelinim, benimle telefonuna atacağım konumda buluş. Hatta sana bir iyilik yapacağım ve oğlunu da yanımda getireceğim. Şimdilik sizi fazla tutmayayım. Yeni evli çiftleri yormak iyi değildir. İyi geceler..."
Ekranda görüntü kaybolurken eş zamanlı olarak telefonuma bir bildirim düştü. Oturduğum yerden kalkarak telefonuma yöneldim. Mesaj tanımadığım bir numaradan gelen konumdu. Kemal telefonu elimden çekerken, "Saçmalama." dedi.
"Ne saçmalaması be! Saçmalayan sizsiniz. Baban ve sen bu gece o kadar saçmalıyorsunuz ki! Ben... Ben ne düşüneceğimi bilemiyorum Kemal. Ekranda bir çocuk, yanımda sen, baban oğlumuz olduğunu söylüyor. Siz delirdiniz mi ya?! Benim oğlum öldü! Ben ölmeyeyim diye benim oğlum öldü!"
"Ölmedi." dedi fısıldayarak.
Bedenime yayılan elektrik bana acı veriyordu. Gece sadece havaya değil bu aydınlık odaya da çökmüştü. Kulaklarımı çınlatan bu sessizlik değildi. Ona attığım tokatla beraber başlamıştı çınlamaya. Gittikçe beynime işleyen bu ses sanki duymamı engelleyecekmiş gibi ellerimin kulaklarımı kapatmasına sebep olmuştu. Diz kapaklarım yerle buluştu.
"Mine, lütfen beni dinle."
Benimle beraber o da yere çökerken, kafamı onu dinlemek istemediğimi belirtmek için iki yana sallıyordum. Söyleyeceği hiçbir şeye inancım yoktu. Bunca zaman beraberken bana bunu söylememiş olmasının nasıl bir gerekçesi olabilirdi?
"Mine, gözlerime bak lütfen!"
Sesinden dökülen acı tını benimle acımla yarışamazdı. Git gide hissizleşen bedenim içimdeki derin yangını da beraberinde götürmüyordu. Kokusunda denizi ve huzurunu bulduğum adam beni lav denizinde boğuyordu.
"Bana bunu nasıl yaptın?"
Sesim bana bile ulaşmamışken ona ulaşmış mıydı bilmiyordum. Bir önemi de yoktu artık. Başımı göğsüne yaslamaya çalışırken onu ittim. Tüm gücümle ayağa kalkarak telefonumu tekrar elime aldım. Çetin'le buluşacak ve o çocuğu görecektim. Bunu yapmama engel olamayacaktı.
"Gitme, lütfen gitme. Gitmek istiyorsan da lütfen önce beni dinle Mine."
Belki de bu gözleriyle son kez buluşmamızdı. Toprağın alev aldığı gözlerine sis perdesi çökmüştü. Üzerinde mevcut olan göz yaşları toprağını çamura buluyor iyice siyahlaştırıyordu. Hüzün en çok sana yakışıyor, sevgilim. Bundan sonra da bu hüzünle yaşayacaksın.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yitik
Fanfictionİki kişi arasında bazı yaşanmışlıklar vardır, bir kişinin bilmediği. Büyük bir sır, büyük bir ayrılık, büyük bir felaket.. Aralarına soktuğu bu sırrı yıllar sonra telafi edebilecek miydi Mine? Hayat onları tekrar bir araya getirdiğinde eskiden ne ka...