Cevap vermeye yeltenirken kulaklarım tanıdık bir sesle doldu. Motor sesi. O mu gelmişti? Ne alaka? Koskoca İstanbul'da motor kullanan tek kişi Aras değildir herhalde. Herkes şaşkınlıkla arkasını dönmüştü ve işte oradaydı. Ceketini çıkarıp omzuna atmıştı yine. Bu Aras'tı.
Aras sanki bakışlarımı hissetmiş gibi bir anda oturduğumuz yere doğru yürümeye başladı. Yüzünde garip bir gülümseme vardı. Saçları yine dağılmıştı. Yanımıza geldiğinde Demir ile Atlas'ın fısıldaşmaları kesilmişti.
Aras gülümseyerek;
"Selam Lidya? Seni burda görmeyi beklemiyordum." Gözlerimi gözlerine kitledim. Benimle aynı okuldaydı?
"Ben de seni beklemiyordum." Dedim hafifçe gülümseyerek. O sırada sinirle karışık şaşkınlıkla Aras'a bakan Demir'i farkettim. Hatta sadece Demir değil aynı zamanda Atlas ve Teoman'ın da aynı şekilde baktığını görünce kafamda bir dizi soru işareti uyandı.
Aras, etrafında oluşan bu sessizliği fark ederek hafifçe kıkırdadı ve "Sanırım bir sürpriz yarattım," dediğinde bakışları Demir'e kaydı.Demir sinirli bir şekilde başını salladı ve hiçbir şey demedi. Sinirliydi. Neden olduğunu asla anlamamıştım. Burda bilmediğim bir şeyler dönüyordu.
Aras, bir an için etrafına bakındıktan sonra bana hafifçe yaklaşıp "Sonra görüşürüz." derken dudakları yukarı kıvrılmıştı, yanımızdan uzaklaşarak okulun içinde kayboldu.
Atlas, Demir'e doğru döndü ve "Burada karşılaşmak gerçekten sürpriz oldu, Aras Gümüş.." dedi. Teoman da ekledi, "Evet, ne zamandır burada acaba?"
Demir bir süre sessiz kaldı ve sonra şöyle dedi: "Siktiğimin gerizekalısı hiç gelmemeliydi. Ne işi var?" Merakla etrafı dinliyordum Çilek konuşmaya başladı,
"Aşkım n'oluyo?" Ama şu an kimse ona cevap vericek kafada görünmüyordu. Demir hışımla çantasını tek koluna takıp hızlı adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladı.Atlas ve Teoman, Demir'in tepkisiyle peşinden kalkıp hiçbir şey demeden yürümeye başladılar. Çilek ise sessizce arkalarından bakıyordu, merak içinde. Sorusu da hava da asılı kaldı, kimse ona cevap vermedi. Demir'in hızla çıkışa doğru ilerlemesiyle birlikte sessizlik aniden bastırdı. Sessizliği bozan ben oldum.
"Demir'in bu kadar sinirlenmesinin sebebini anlamadım," dedim düşünceli bir şekilde.
Çilek de ekledi, "Evet, o çocuğun bizimkilerle alakası ne ve burada ne işi olduğunu merak ediyorum. Belki de bir şeyler kaçırıyoruzdur. Barda tanıştığın çocuk değil mi?" Bir süre sessizce düşündüm. Aras'ın gelişi ve Demir'in tepkisi arasında bir bağlantı olabilir miydi?
"Evet o. Adı Aras."
Bu sırada , aklımda oluşan soruları bir kenara bırakarak Aras'ın beklenmedik gelişini düşünmeye başladım. Şu anda her şey çok gizemli ve karışıktı.
Saatler saatleri kovaladı ve saçma sapan bir okul günü sonrası, isteksizce annemin evine yemeğe gitmeye karar verdim. Evine doğru yürürken aklımda hala Aras'ın beklenmedik gelişi ve Demir'in tepkisi vardı. Bu durum beni gergin ve düşünceli bir ruh haline sokuyordu.
Bir yandan da annem İnci Yılmaz'ın beni neden bu kadar istekli yemeğe çağırdığını, bunca yılın ardından merak ettim. Ama kahvaltıyla duruyordum ki kahvaltımın da bir dal sigara ve kahve olduğunu düşünürsek bu yemeğe ihtiyacım vardı. Daha fazla düşüncelere boğulmamak için adımlarımı hızlandırıp kısa bi süre içinde eve vardım.Gergin bi şekilde içeriye girdiğimde etrafı süzmeye başladım. Ev zarif bir şekilde dekore edilmişti. Eşyalarımı hizmetçiye bırakıp yemek odasına yürüdüm. Sıcak bir havadan ziyade soğuk, kasvetli bi hava karşılıyordu beni. Çocukluğumdan beri hiç değişmemişti sanki.
Yemek masasına doğru ilerlediğimde, kardeşim Likya'nın da orada olduğunu gördüm. Likya, masada otururken biraz gergin görünüyordu, belki de benim gibi aklında farklı düşünceler vardı. Samimiyetsiz bir selam verdikten sonra masaya oturdum.
"Annem nerde?"
Likya sorumla irkilip hızlıca etrafına bakındı ve bana döndü.
"Sanırım mutfakta, yemekleri kontrol ediyordur."
"İlla mükemmel olmak zorunda zaten." Likya bu cümlem karşısında hafifçe kıkırdadı ama ona sert bi şekilde baktığımı fark edince kolyesiyle oynayarak gergin bir şekilde önüne döndü.
Yemekler sunulmaya başladığında annem de gelmişti. Bana yönelerek, "Nasılsın, tatlım? Günün nasıl geçti?" diye sordu, ancak cevabım sıradan ve yüzeysel oldu. Konuşmaların anlamsız bir şekilde ilerlediği bir akşam geçirecektik anlaşılan.
Salata ve diğer hafif yemekler masada yerini alırken annemin yemek konusunda ne kadar katı olduğunu hatırladım. Bu yemeklerle bir insanın doymasına imkan yoktu.
Yemek masası zarif bir örtüyle örtülmüştü, üzerinde porselen tabaklar ve gümüş çatal bıçak seti düzenli bir şekilde yerleştirilmişti. Ortada bir vazo içinde taze çiçekler vardı, odanın kasvetli havasına biraz renk katıyordu.Salata ve hafif yemeklerin yanı sıra, masada dengeli bir şekilde yer alan ana yemekler, göz alıcı bir sunumla servis edilmişti. Renkli sebzelerle süslenmiş etler ve yanlarındaki soslar, yemeğin görünümünü tamamlıyordu.Konuşmalar zorlanmıştı, sessizlik masayı doldurmuştu. Annem, her zamanki enerjisiyle konuşmaları canlandırmaya çalışıyordu. Likya'nın gergin tavırları ve benim soğuk duruşum, ortamın daha da gerilmesine neden oluyordu. Herkes kendi düşüncelerine dalmış gibi görünüyordu, masada yalnızca çatal ve bıçakların sesleri duyuluyordu. Annem masanın sonunda bana bakarak, "Neden bu kadar soğuksunuz? Birbirinizle konuşun, iletişim kurun" dedi, gözlerinde hafif bir hayal kırıklığıyla. Benim sessizliğim ve Likya'nın gerginliği arasında gerilim arttı. "Belki de iletişim kurmak istemediğimiz bir şey var" dedim sert bir tonla, annemin yüz ifadesinde şaşkınlık belirdi. Likya ise sinirle gözlerini devirdi ve masadan kalktı. Aramızdaki gerilim bir anda doruğa çıktı ve annemle aramızda ciddi bir kavga başladı. Annem, "Bu ailedeki iletişim sorunlarından bıktım artık!" diye çıkıştı. Ben de sinirle karşılık verdim, "Belki de senin sürekli mükemmeliyetçi olma çabalarından bıktık!" Likya'nın da katıldığı bir tartışma başladı. İçimizde birikmiş olan tüm hayal kırıklıkları ve kızgınlıklar, yemek masasının etrafında dönen bu kavgada patladı. Annemle Likya arasındaki gerilim, geçmişten gelen sorunların bir yansıması gibiydi. Kavganın ardından sessizlik bir kez daha masayı doldurdu, ama bu sefer anlamlı bir sessizlikti. Gözlerimizdeki hüzün ve yorgunluk, birbirimize duyduğumuz derin birer acıyı yansıtıyordu. Hızlıca kapıya doğru yöneldim ve evden çıktım. Hiçbir yer bana ailem gibi gelmiyordu. Bıktım. Bu düşüncelerdeyken Berlin puba gitmek çok daha mantıklı gelmişti. Merdivenlerden inerken omzumda bir el hissettim. "Lidya lütfen konuşalım." Likya'nın sesini bu şekilde duyduğumda küçükken babam evden gitmesin diye peşinden koşarak bağırması geldi aklıma. Likya benim aksime çok masumdu, kocaman büyük ela gözleriyle bana baktığında benim için her zaman akan sular dururdu ama bu sefer öyle olmasına izin vermeyecektim. Birbirimize sahip çıkmamıştık. Evler ayrıldığında Likya'ya ne kadar ulaşmaya çalışsamda bana kapılarını kapatan o olmuştu. "Sen annemin gölgesinden başka hiçbir şey değilsin." Gözleri dolmuştu. Artık benden nefret ettiğine yemin edebilirdim fakat umrumda değildi. Hızlıca apartmandan çıktım ve Berlin puba yöneldim. O sırada Çilek beni mesaj bombardımanına tutuyordu.
"LİDYA HEMEN BERLİNE GEL" diye binlerce mesaj. Sanırım önemli bir şey olmuştu. Mesaj bombardımanı devam ederken, Çilek'in telaşı beni de heyecanlandırmıştı. Berlin'e gitmek için acil bir sebep olmalıydı. Çilek'in ısrarlı çağrısının ardında ne olduğunu merakla düşündüm. Hızlıca Berlin'e girmemle Çileğin yanıma gelmesi bir oldu.
"Lidya öncelikle sakin ol. Ve barın oraya geçtiğimizde karşı sol çaprazına bak."dedi.
"Çilek tamam da ne oldu-" sözüm ve nefesim aynı anda kesilmişti.Aras, sert bakışlarıyla otururken, kumral saçları hafif dalgalı ve yumuşak bir dokunuşla gözlerine dökülüyordu. Lacivert sweatshirt'ünün altında, uyumlu bir şekilde siyah pantolonu ve botlarıyla göz kamaştırıcı bir şıklık sergiliyordu. Masadaki motor kaskı ve ceketi, adeta özgürlüğün sembolü gibi duruyordu. Koyulaşmış kahverengi gözleriyle yanındaki kızla koyu bir sohbetin içindelerdi.
Karşısında oturan kız ise çok güzeldi. Uzun, dalgalı saçları hafif rüzgarla dans ediyor, parlak kahverengi gözleri hırsla Aras'a bakıyordu. Zarif yüz hatları ve yumuşak gülümsemesiyle herkesi etkisi altına alıyor gibiydi. Giydiği kıyafetler, doğal güzelliğini daha da öne çıkarıyor, adeta bir sanat eseri gibi duruyordu. Etrafa yaydığı zarafet ve güzellik ile dikkat çekiyordu. Aras ve kızın arasındaki konuşma ise samimi ve içten. Gülüşmeler, göz temasları ve sıcak sohbetleri, etraflarındaki herkesin dikkatini çekiyordu. Kıskanmış mıydım? İkisi de birbirlerine karşı olan ilgilerini açıkça belli ediyorlardı sanki. Hayır kıskanmamıştım. Sonuçta o benim neyimdi ki? Etrafımdaki sesler bir anda buğulanmıştı. Yanlarına gitmek istiyordum. Tam oraya doğru gitmek için yeltenirken bir kol beni çekti ve dengemi bozdu. Belimden tutup dengemi sağlarken beni kendine çekti.
"Gitme."
Gözlerimi yavaşça gözlerine çevirdiğimde gözlerindeki yeşilin fırtınaları beni içine çekmişti. Demir'in nefesi nefesime karıştığında biraz rahatlamış hissetmiştim.
Kafamı çevirdiğimde Aras bize bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oyun İçinde Aşk
Teen FictionMazzy star melodileri, filtre kahvenin yoğun tadı, dudaklarımda tatlı bir iz bırakırken, sigaranın dumanı yavaşça havada dans ediyor. Etrafımdaki sanat eserleri ve kitaplar, ruhumu besleyen birer ilham kaynağı haline geliyor. Melodilerin hüzünlü se...