*

32 4 2
                                    

Kalbimiz ne kadarda merhametli olsa, sonunda herkes bizi kötü bilicekti...

                          4. Bölüm

Kulaklarımda bir ses canlandı, nereden geldiği ve kim olduğunu bilmiyordum. Gözlerimi açmak istemedim, uyanmamak için gözlerimi daha da sıktım, sesin geldiği tarafa Firuze vardı.

Uyandığımda kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Yattığım yerden doğrularak ayağa kalktım mutfağa giderek kendime bir bardak su doldurdum. Suyu yudum, yudum içerken aklım rüyama gitti; rüzgarda dağılan yapraklar ayaklarıma dolanıyordu bir yerlerden ses geliyor ben sesin sayibini arıyordum. İlerledim ve arkamı döndüm sesin sahibi Firuzeydi bana kocaman gülümsüyordu. Elimdeki bardağı tezhazın üzerine bıraktım, kolumdaki saate baktım, saat sabah beşi on iki geçiyordu. Bu gün cumartesiydi dükkana erkenden gitmiyecektim, dükkanı elamınım açacaktı. Yattığım yere tekrardan uzandım aklıma Sude geldi, buruk bir tebessüm ettim. Otuz sekiz gün oldu Sudeyle görüşmeyeli en iyiside görüşmemekti.

Otuz sekiz gün önce

"Sen var ya sen. Sen hayatımda gördüğüm en aşalık adamsın. Tamam beni sevmiyorsun, ben beklemiyordumda sevmeni"  bir yandan ağlıyor diğer yandan da gözyaşlarını siliyordu . Ne yalan söyleyim içim hiç acımıyordu.

"Kendine iyi bak. Bir daha da bana ne yaz nede ara" dedim. Evden çıkarken kolumdan tuttu boynuma sarıldı.

"Bu seni mutlu edicekse. Tamam ben yarın sabah İzmir'e dönerim" başımı sallayarak evden çıktım arabama bindim. Dükkana geçtim, dükkanı açtım gelen giden yoktu. Şubat ayı bana uğursuz geliyordu, satışlar git gide düşüyor müşteri hiç gelmiyordu. Mutfak tarafına geçerek kendime tavşan kanı bir çay demledim; bardaktakı sıcaklık ellerimi ısıtıyor, bir yudum çay içerek zümrüt yeşili kolyeyi yapmaya koyuluyorum, uzun zamandan beri bu kolyeyi yapamıyorum sanki içimdeki bir his daha zamanı var diyor.

Yattığım yerde uyuya kalmışım, saatte epeyce geç olmuş. Kalktığım gibi lavabonun yolunu tuttum, elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırcaladım. Solana geçerek telefonumu elime aldım Instagrama girerek Firuzeye

"Günaydın" yazdım. Telefonu kapatarak odama girdim. Üzerime mavi gömlek altıma mavi kot giydim. Saatimi, zincirimide takarak yeniden solana girdim. Telefonumu kontrol ettim henüz mesaj yoktu. Acaba daha uyanmamışmıydı? Ama saat neredeyse öğlen olacaktı, saat onbiri iki geçiyordu. Telefonumu alarak evden ayrıldım, dükkana girerek elamanlarıma selam verdim. Kendime bir fincan kahve yaparak televizyonun karşısına yayıldım. Televizyonda Müge anlı oynuyordu, saatime baktığım sırada telefonum titredi ekranı açtığımda mesaj Firuzedendi

"Günaydın" yazmıştı. Mesaj tam bana saat onbir buçukta ulaşmıştı.

"Ne yapıyorsun" yazdım.

"Yeni uyandım bu gün pek keyfim yok. Sen ne yapıyorsun?" Yazdı.

"Mügeye bakıyorum" yazdım.

"İyimiş" yazdı. Acaba Firuzenin keyfi neden yoktu.

"Neden yokki keyfin Ankara bugün hüzünlü ondandır keyfinin olmaması" yazdım.

"Severim böyle havaları" yazdı, yazıyor.

"Galiba ben hasta olucam ondan" yazdı.

"Dikkat et kendine hasta olma kıyamam" yazdım. Ankara gerçektende hüzünlü olmuştu gök kendini bulutlarla kaplamıştı. Mesaj sayfasından çıkmadım, Firuze sadece  mesajımı beğendi herhalde artık mesajlaşmak buraya kadardı. Telefonumu masanın üzerine bırakacakken bildirim sesi geldi.

DİLFİRUZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin