"Devrim, zafer, aşk ve ölüm. Benliğimdeki şu birkaç şeyin karşılığı olarak mı böylesine sert ve böylesine gerçeğim?" -Albert Camus
꧁꧂
*
"Silahlarınızı atın ve teslim olun! Aksi takdirde hiçbiriniz buradan sağ çıkamayacaksınız!"
General Kim Namjoon'un gür sesi binada yankılanırken, çete üyelerinin verdiği karşılık azalmak yerine daha çok arttı. Ji ailesi Jungkook'la birlikte adliyeyi terk eder etmez, Namjoon topladığı bir başka bölükle binaya tekrar giriş yapmıştı. Kurucu aileler tutuklanarak buraya getirildikleri için her biri silahsızdı. Çatışmanın ortasında kalan aile üyeleri, kolanların arkasına sığınarak kendilerini korumaya çalışıyorlardı.
Namjoon tüfeğini kolunun altına sıkıştırıp dizlerini bükerek, siper değiştirmek için hazırlandı. Ardında durduğu duvarın arkasından çıktıktan sonra hedeflerine ateş ederek hızlı adımlarla Seokjin'in arkasında durduğu kolona doğru ilerledi. Sırtını tıpkı hyung'u gibi duvara yasladı ve belinden çıkardığı bir tabancayı Seokjin'e uzattı. Bunu yaparken bir an bile tereddüt etmemişti. Evet o yargılanması gereken bir suçluydu. Normal şartlarda onu silahlandırdığı için kendisi de suç işlemiş sayılıyordu. Ancak şartlar normal değildi. Gözleri bu kez çaprazlarındaki merdivenin altına çöken Taehyung'u buldu. Yüzündeki kaslar gerilmiş, göğsü hızlı soluklarla alçalıp yükseliyordu. Namjoon, onun öfkeden yerinde duramadığını ve kurşunların önüne atlamak için an kolladığını görebiliyordu. Şartları zorlamasının sebebi işte buydu. Jungkook tehlikedeydi ve bir an önce harekete geçmezlerse Taehyung da tehlikeye girecekti. Bunun için Seokjin'e bakmadan "Gözlerini onun üzerinden ayırma ve öldürmekten çekinme." dedi.
Şeytana vur emri vermek çılgınlıktan başka bir şey değildi.
Hoş, o bunun için kimseden emir almaya ihtiyaç duymuyordu.
Her ne olursa olsun, artık tereddütlere yer yoktu. Şehre kaos hakimdi. Yeraltı çeteleri silahlanarak sokaklara dökülmüşlerdi. Bir an önce buradan çıkıp halkın üzerindeki paniği atmak ve güvenliği sağlamak zorundaydı. O hâlâ ülkenin güvenliğinden sorumlu olan Kim ailesinin bir üyesiydi. O, ülkenin genelkurmay başkanıydı. Üzerindeki operasyon üniforması şimdi onu çok daha ciddi gösteriyordu. Geniş gövdesi ve sağlam adımlarıyla kendisinden son derece emin bir profil çiziyordu. Şehri çetelerin eline bırakmak gibi bir düşüncesi asla yoktu. Üstelik asilere güvenen sivil halk da sokaklardaydı. İş ciddiye binerse, iç savaş kaçınılmaz olacaktı. Çünkü sayıları çok fazlaydı. Bu fırsatı onlara sunmamak için de hızlı hareket etmek zorundalardı.
Kim Seokjin, kardeşinin kendisine uzattığı silahın kabzasını hiç düşünmeden kavradı. Sürgüsünü çekip horozu indirmesi ise saniyelerini bile almamıştı. Koyu irsileri, Nam Joohyuk'la birlikte The Miss heykelinin durduğu platformun arkasına sığınan mint yeşili tutamları buldu. Çocuk yüzünü buruşturarak alçılı ayağını sabit tutmaya çalışırken, aynı zamanda oturduğu yerde kurşunlardan kaçınmaya çalışıyordu. Heykelin elindeki terazinin ve kılıcın bir kısmı parçalanmıştı. İkisi de merkezin tam ortasında, çatışmanın en riskli bölgesinde duruyorlardı. Askerler, sığınan aile üyelerinin bilincinde olarak ateş ediyorlardı. Öncelikleri karşılarındaki çete üyelerini indirmek değil, aile üyelerinin güvenliğini sağlamaktı. Çatışmanın uzamasının en temel sebebi buydu. Diğeri ise şüphesiz sayılarının çok fazla olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Funny Valentine | Taekook
Fiksi Penggemar"Bu parça sanatın bir parçası değil. Bu sadece bunu okuyan kişinin bir yansımasıdır, dolayısıyla sanat, şu anda bunu okuyan kişidir. Siz, sanatsınız..." - ** Referans alınan kaynak; E.H. Gombrich-"Sanatın Öyküsü" ** Bu isimle yazılan ilk fic/taekoo...