Yürüyorum, yürüyorum, ve hala yürüyorum. Sahi ben ne kadar zamandır yürüyorum. Tabi burada zaman varsa. Çünkü hava hala aydınlık. Ben de ne istiyorsam, hava kararsa ne yapabileceğim acaba bırak aydınlık kalsın.
Bu arada şimdi fark ettim burada sıcaklık yok. Ya da daha bana uğramadı. Çünkü hava çok güzel. Acaba burasıda mı ilkbaharda? Nasıl da benimsedim buranın Dünya'dan başka bir yer olduğunu.
Su! Su istiyorum. Çok susadım. Acaba burada su var mıdır? Yoksa naneyi yedim ben. Tabi burada nanede varsa. Vazgeçtim ben kafayı yiyeceğim. Su istiyorum. Yoksa burada kuruyup doğanın döngüsüne katılıcam. Tabi burada doğa döngüsü de varsa.
Acaba burası dönüyor mu? Dünya kendi etrafında dönerek gece gündüz oluşturuyor. Eğer burada dönüyorsa gece olması lazım. Acaba evrende dönmeden duran bir gök cismi var mı?
Ben uzayda yeni bir gezegende miyim acaba? Yoksa fantastik bir dünyada mı? Ne fark ediyorsa ikiside şu an benim için tehlikeli. Ne de çabuk alıştım ben bu duruma. Suuu! Su istiyorum!
Gözlerim, başım, bacaklarım, her yerim ağrıyor. Bu ormanımsı yerden de çıkamıyorum. Biri beni kurtarabilir mi?
Gerçekten çok yoruldum. Susadım. Dinlenmek istiyorum. Akarsu ya da nehir gibi bir şey yok mu hiç burada. Yoksa öleceğim.
Hiç enerjim kalmadı. Biraz mola versem. Bir 5 dakika şuraya otursam. Buraya gelene kadar hiç bir canlıyla karşılaşmadım. Bence şimdide gelmezler. Lütfen gelmesinler.
Sadece 5 dakika. Sırtımı ağaca yasladım ve yavaşça aşağı doğru kaydım. Derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi kapattım. Bu parlayan ağaçlar yüzünden gözlerim iflas etmek üzere. Çok fazla parlıyorlar. Kafamın hareketinde renklerinin değişmesi ise ayrı bir dert. Bir kaç kere halüsilasyon gördüm büyü ihtimalle. Yoksa bana doğru koşan parlayan ağacın gerçek olacağını zannetmiyorum. Ya da birbilerinin yapraklarını çeken parlayan ağaçlar.
Zihnimi boşalatmaya çalıştım. Sessizliği dinledim. Rüzgarın hışırtısını dinledim. Bir aralar bu sesi duyabilmek için her şeyimi verebileceğim sesi dinledim.
...
Bir süre sonra uyandım. Evet uyandım çünkü 5 dakika diye oturduğum yerde uyuya kalmışım.
Uyandığımda havanın kararmış olduğunu gördüm. Demek ki burası da dönüyormuş. Yavaşça yerden kalktım. Ağaca yaslanarak ve oturarak uyuduğum için her tarafım tutulmuştu. Kollarımı kaldırarak olabildiğince tutukluktan kurtulmaya çalıştım.
Hava kararsa bile parlayan ağaçlardan yansıyan ışık etrafı daha rahat görmemi sağlıyordu. Neyse ki sabahki kadar çok olmadığından gözüm yorulmadan ilerleyebilirdim. Bu sayede ağaçların da nerede olduğunu anlayabiliyor şekillerini az çok çıkarabiliyordum. Dinlendiğim için artmamış ama yine de yerini koruyan susuzluğumla ilerlemeye başladım. Acaba burasının da bir Güneşi var mı?
Ne kadar ilerlediğimi bilmiyorum. Ama baya yol kat etmiş olmalıyım. Yoksa daha demin uyuduğum yerin yakınında karşımdaki kaplan yuvası olsaydı beni çoktan öldürmüş olabilirdi. Ama burada ki her şey gibi bu kaplanlarda bir garip. Normalde bir kaplan turuncu renk siyah çizgili olur. Ama bu kaplanlar kırmızı renk turuncu çizgili ve bu sanki hiç korkutucu değillermiş gibi daha da korkutucu gözükmelerini sağlıyor.
Ah evet ne kadar da şanslı biriyim. Bir nehre rastlamak yerine bir kaplan ailesine rastlıyorum. Ama iyi yönünden bakacak olursak bu hayvanların yaşamak için suya ihtiyacı var. Ve yuvaları da buradaysa yakınlarda su kaynağı olabilir. Yani, umarım öyledir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Altın;Kalsedon
FantasySıradan bir hayat. Sıradan seçimler.. Kendisininde sıradanlardan biri olduğunu düşünürken içindeki kristallerden habersiz büyümüş bir kız aslında ne kadar sıradışı olduğunu bilseydi ne yapardı... Taşların içinde dış görünüşü nedeniyle kendini taş sa...