dördüncü bölüm:ikinci dersimiz

22 5 5
                                    

Okuldan çıkmıştık ve kafeye doğru ilerliyorduk ancak Albert hala sessizdi. Sessiz olması o kadar canımı sıkıyordu ki neden bu kadar morali bozulmuştu anlayamıyorum. Çok bir vakitte geçmemişti olsa olsa 10 dakika yanlarında durmuştur, bu süre zarfında ne olmuş olabilirdi bu kadar kafasına takmasını gerektirecek. En sonunda dayanamayıp konuşmaya başladım.

Alya: bir sorun mu var?

Albert: yok canım nerden çıkardın şimdi

Alya: sabahtan beri bir kelime bile etmedin. Bir iki kere kalkman dışında kafanı bile kaldırmadın. Bir şey olduğu çok belli, benle alakalı bir sorun mu var?

Albert: hayır, hayır tabiki seninle alakalı nasıl bir sorun olabilir Alya?

Alya: bilmiyorum yüzünden düşen bin parça, kafana bir şey takmışsın ne olduğunu söylemek istemiyor olabilirsin anlıyorum. Anlatmak zorunda değilsin daha o kadar içimizi birbirimize dökecek kadar bir yakınlığımızın olmadığının farkındayım ancak en azında bana yalan söyleme lütfen bir sorun varsa "evet bir sorun var ama şu an konuşmak istemiyorum."de.

Albert: pekala, evet bir şey oldu ama senin şu an bunu öğrenmen doğru mu bilmiyorum?

Alya: nasıl yani, anlamadım?

Albert: şöyleki sabahki konuşmaya hafiften dahil oldun ve bir iki bir şey söylendi büyük şeyler değildi merak etme ancak şu an bunu sana söylemem doğru mu bilmiyorum. Ne kadar kötü bir şey olmasada bilmiyorum işte.

Gerilmişti hemde aşırı gerilmişti. Albert bu kadar uzun cümleler kuracak ve aynı şeyleri tekrarlayacak biri değildi. Biriyle konuştuğunuz sohbet ettiğiniz zaman onun konuşma stilini az çok anlıyordunuz. Bende Albert ile çokça konuşmuş biri olarak artık konuşma stilini çözmüştüm ve gerildiğini açıkça anlıyordum bu yüzden de hiç uzatmak istemedim. Sonuç olarak benle alakalı bir şeyse illaki söylerdi , yüksek ihtimal doğru zaman olmadığını düşünüyordu.

Alya: pekala, ama gene de kendini toparla dersimde bu modda olmanı istemiyorum Albert Bey

Albert: hmm öyle mi? Tamamdır leydim siz nasıl isterseniz

Gülmüştüm. Şimdi de "leydim" diyordu kim bilir başka neler diyecekti. Biz bunları konuşurken çoktan kafeye gelmiştik. İçeri girip gene aynı masamıza oturduk. Bu masa artık bizim ders çalışma masamız gibi bir şey olmaya başlamıştı geçen geldiğimizde de bu masaya oturmuştuk.

Albert: latte diye düşünüyorum

Alya: aynen

Albert: hemen geliyor

Sonrasında hemen sipariş yerine gitmişti. Her geldiğimizde garson gibi davranması gerçekten aşırı tatlıydı. Albert aslında genel olarak çok tatlı ve sevecen biriydi, insanın içini gerçekten bir gülümsemesiyle ısıtabiliyordu. Ben bunları düşünürken Albert içeceklerimizi almış, yanıma geliyordu.

Albert'ın ağızından

Siparişlerimizi almaya gittikten sonra kendimi kötü hissetti. Acaba Alya'nın kalbini kırmış mıydım? Olanları şu an ona söyleyemezdim. Yüksek ihtimal Alex yarın onunla zaten konuşmaya gelecektir ve hala nasıl engelleyeceğim konusunda bir fikrim yoktu. Alex'in konuşmasını engelleyemeyeceğimin farkındaydım ama en azından Alya'nın ondan uzak durmasını, yakınlaşmamalarını sağlayabilirdim diye düşünüyordum ancak bunu nasıl yapıcağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ancak bir an önce bulmalıydım yoksa iş işten geçecekti. Ben bunları düşünürken siparişlerimiz hazırlanmıştı. Tabiki gene ona bir pasta almıştım. Geçen çilekli pasta aldığımda çok mutlu olmuştu bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Gözleri parıldamıştı pastayı aldığımı söyleyince onu mutlu etmek benide mutlu ediyordu. Bu yüzden bence tekrar pasta almamda bir sorun yoktu. Siparişlerimizi alıp masamıza doğru yürüdüm. Alya elimdeki pastayı görünce göz devirerek konuşmaya başladı.

lunaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin