2. Bölüm

257 6 0
                                    

Gözlerini açtığında ilk başta buğulu gözlerimin acısıyla ufak çaplı bir çığlık attım. Gözlerimi anında tekrar kapattım. Ne olmuştu gözlerime. Neden bu kadar acıyordu ki.

Ellerimi gözlerime götürdüm. Sanki yanıyormuş gibiydi. Yada gözlerime kolanya döktüğümde oluşan o iğrenç acıydı. Eldivenli ellerimle önce sağ gözümü kaşıdım. Az da olsa acısı ve yanması gitmiş gibiydi. Ve emindim ki gözüm kızarmıştı.

Yattığım yatağa tekrar uzanıp gözlerimi sıkıca kapattım. Belki birkaç dakika beklersem eski haline dönerdi. Neden olmasın.

(Sekiz dakika sonra)

Tahmin ettiğim gibi gözlerimin acısı geçmişti. Hatta kızarıklığı bile geçmiş olabilirdi.

Gözlerimi yavaşça açtığımda emin olmuştum. Görebiliyordum. İlk başta kafamı kaldırıp etrafı inceledim. Beyaz bir oda. Hem de bembeyaz.

Oturduğum yataktan, tavandaki ışığa kadar hatta dolaba, kenardaki çekmeceye kadar herşey beyazdı.

Gözlerim şaşkınlıkla odayı incelemeye devam etti. Beyaz duvarlar, desensiz beyaz halı, beyaz yorgan, beyaz yastık, beyaz terlikler, beyaz şortum, beyaz çoraplarım, beyaz tenim...

Üzerindekileri görmemle kafamdan aşağı kaynar sular dökülmesi bir oldu. Bir dakika bir dakika. Bu üzerindekileri ben giymemiştim. Peki ya kim giydirmişti. Giydirdiğine göre tüm tenimi görmüş olmalıydı. Bu iğrenç bir şeydi. Bir insanın tenimi görmesi ve ona dokunması mide bulandırıcıydı. Fakat bundan daha önemli bir sorunum vardı.

Burası benim evim değildi.

Kaçırılmıştım.

🫀

Nefes alışverişlerim benim kontrolüm dışında bir seviyeye ulaşırken şaşkın yeşil gözlerim etrafı taramaya devam ediyordu. İlk başlarda fark edemediğim, sonraki incemelerimde fark ettiğim bir şey de kameralardı.

Odanın her köşesinde olan küçük siyah kameralar.

Kameraların rengine uyum sağlayan diğer şeyler ise elimdeki eldivenlerdi.

Siyah ve deri olan eldivenlerim.

Tabi siyah saçlarımı da unutmamalıydık.

Hayatımda hiç kullanmadığım belki de hiç kullanamayacağım seviyede yumuşak olan yataktan ayrılmak can sıkıcıydı. Belki de sırtım ve belim bu kadar yumuşak ve rahatlatıcı bir yerde yatma şansını bir daha yakalayamayacaktı.

🫀

Yatağa tekrar uzanmak için eğilmiştim ki yastığın hemen yanında gördüğüm ince ip gibi şeyle duraksadım. Fazla da  düşünmeden eldivenli ellerimi oraya doğru uzatıp gördüğüm ve merak ettiğim nesneyi aldım.

Gözlerimin şahit olduğu şey hem tanıdıktı hem de bir o kadar yabancıydı. Bu kolye sanki daha önce de karşıma çıkmış gibiydi.

Basit bir kolyeden onu farklı kılan şey ise ucundan sarkan tabut şekliydi. Serçe parmağımdan biraz daha kısaydı. Açılıp açılmadığıyla ilgili biraz uğraşıp geri pes ettim. Açılacak bir kapağı dahi yoktu.

İncelemeye devam ederken bir diğer dikkatimi çeken de arkasına basılmış yazıydı.

Birden beynime şimşekler çaktı. Bu kolyeyi hatırlıyordum. Buraya getirilmeden ve kaçırılmadan önceki gece arabanın yanına giderken yerde bulduğum kolyeydi. Tabi o akşam karanlıktan dolayı tam görememiştim. Şimdi ise görebiliyordum.

O akşam dokusundan dolayı kazındığını düşünmüştüm ama öyle değildi. Üzerine yazılmıştı. El yazısından  anladığım kadarıyla yazan kişi oldukça kötü kalem kullanıyordu.

Belki bir çocuk yazmıştır diye geçirdim içimden. Fakat bu düşünceden vazgeçmem fazla uzun sürmedi. Çünkü arkasına yazılan yazı bir çocuğun yazamayacağı kadar derin bir cümleydi.

MEZARIN KAPAĞI İÇERDEN AÇILMAZ

🫀

MEZARIN KAPAĞI İÇERDEN AÇILMAZ

Ne demekti.

Mezarlar zaten açılmamak üzere kapatılmamış mıydı.

Kim yazmıştı bunu.

Neden yazmıştı ki bunu.

Ne demek istiyordu.

Bahsettiği mezarın içinde kim vardı.

Benim bunu bulmam tesadüf müydü.

Tanrı bana işaret mi göndermişti.

Acaba sahibi kaybettiği için üzülmüş müydü.

Ne kadar süredir bu odadaydım.

Niye hiç pencere yoktu.

Mezarın içinde ölüler olmaz mıydı.

Ölü biri nasıl açacaktı ki mezarı.

Niye aç ve susuz hissediyordum.

Peki niye her yer beyazdı.

Üzerimi değiştiren kişi elimdeki kolyeyi fark etmemiş miydi.

Telefonum neredeydi.

Saat kaçtı.

Kafamın içinde beynimi kemiren sorular çıldırmama sebep oluyordu.
Ne yaşıyordum şuan. Neredeydim ve burada ne işim vardı.

Uzun düşüncelerim sayesinde ürettiğim teorilerimden birisi gerçekleri fark etmemi sağladı.

Kaçırılmıştım.

❄️

"Tanrı yardım eder"
"Tanrı kurtarır"
"Tanrı korur"
"Tanrı yücedir"
"Tanrı yardımcıdır"
"Tanrı zor durumda kalana yardım eder"
"Tanrı kendine dua edenlerin duasını kabul eder"
"Tanrımm kurtar benii"

Yaklaşık yarım saattir aynı ve benzer şeyleri tekrar ediyordu. Beyaz zeminin üzerinde beyaz ayakkabılarıyla turluyor, tüm duvarlara defalarca vurup tekme atıyor, açmaya çalışıp açamadığı kapıyı yumruklamaktan ağrıyan ellerini kullanmayı bırakıp ayaklarıyla kapıyı sarsıyordu.

Fakat ne ettiği dualar ona yardımcı oluyor ne de duvar ve kapının üzerinde denediği yumrukları.

"Tanrı yardım eder"
"Tanrı kurtarır"
"Tanrı korur"
"Tanrı yücedir"
"Tanrı yardımcıdır"
"Tanrı zor durumda kalana yardım eder"
"Tanrı kendine dua edenlerin duasını kabul eder"
"Tanrımm kurtar benii"

Gücünün yettiği son sert tekmesini de kapı ile buluşturduğunda dizlerinin üzerine çöküp dualarına öyle devam etti.

"Tanrı yardım eder"
"Tanrı kurtarır"
"Tanrı korur"
"Tanrı yücedir"
"Tanrı yardımcıdır"
"Tanrı zor durumda kalana yardım eder"
"Tanrı kendine dua edenlerin duasını kabul eder"
"Tanrımm kurtar benii"

Bilekleri, kolları, bacakları, parmakları, özellikle de kafası o kadar ağrıyordu ki hareket edecek gücünün olduğuna inanmıyordu.

Tanrı niye böyle yapıyordu. Niye ona yardım etmiyordu. Neden.

Oldukça dindar biriydi. Sürekli tanrıya şükreder ve ona dualarını yollardı. Özellikle yardıma ihtiyaç duyduğunda tanrıdan başka birini anmazdı.

O tanrısı için yaşayan bir dindardı. Fakat dakikalardır içine ekilen şüphe tohumları ona tek bir cümleyi haykırıyordu.

"O lanet tanrın seni kurtarmayacak"

"O lanet tanrın seni kurtarmayacak"

"O lanet tanrın seni kurtarmayacak"

"O lanet tanrın seni kurtarmayacak"

"O lanet tanrın seni kurtarmayacak"

"O lanet tanrın seni kurtarmayacak"

Ellerini hızla kulaklarına bastırıp sese karşı çıkmaya çalıştı ama mümkün değildi. O lanet ses susmak bilmiyordu.

UÇURUMA ÇEYREK KALA {+18}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin