Eski, tozlu sayfaların arasında rahibeler korkulukları tamir eden çocuklara geceden kalan yemekleri beslerler.
Soğuğun güneşin yüzüne battığı vakit, ayın altında açan çiçekler, yeşeren ümitler, solan fidanlar ve ağlayan katırlar.
Hiçbir arabacının ettiği yemin gerçekle yüzleşmez.
Arabacı?
Konuşmuyorlar, dört gündür.
"Sana yemin ederim ki, o satırlar bana ait değil."
Ağlıyordu genç oğlan, gözlerinden akan yaşları yeşil tişörtünün etekleriyle sildi. Kavuşamamak: Kabus gibi bir histi. Asla yüzünü güldürecek rüyalar görmezdi. Dudakları her daim onu susturur, yanlış bir şey söyler. Söyleyebilir, istemsizce fakat. Engel olamaz duygularına, duygular bastırılamaz. Onlar ne derse beden ona uymak zorunda kalır.
"Kapat da uyumaya gel."
Kaveh, gecenin bir yarısı kapının eşiğinde onu bekleyen genç adama baktı. Odanın zifiri karanlığında dahi gözlerinin ondan ayrılmadığını görebiliyordu. Ağzından çıkan kelimeler onu ağlatmaya müsaitti. Tavrı... Duruşu... Sanki bir davetti onun için. Sadece televizyon ışığının aydınlattığı karanlık, loş sayılabilecek, odada sarışın; saatlerdir izlediği filmi kapatmış, onun yanına gelene dek kapı pervazından bir santim bile kımıldamamıştı Al Haitham.
Kolundan tuttu ilk önce. Yaşlar arasında aydınlanan kızıl gözlerini kaçırsa da ondan o, doğruca yüzüne bakıyordu. Bir film için bile olsa ağlamasına dayanamazdı.
"Bırak kolumu!"
Sertçe çekiştirdi Kaveh. Yüzünü dahi görmek istemiyordu. Bu karanlık koridorları koşarak geçmişti odasına ilerlerken. Al Haitham peşinden ilerliyordu. Aynı evde yaşadığı, nereye baksa yüzünü gördüğü, ister istemez adını sayıkladığı adamla aynı evin içerisinde olmak bir yana konuşmamak deli ederdi. Bu görüp de dokunamamaktı, bir kez olsun sarılamamaktı.
Peşinden geldi Al Haitham. Yanakları kızarmıştı. O, ondan kaçsa bile Al Haitham; günler sonra ona dokunabildiği için, onunla hoş olmasa da iki kelam ettiği için heyecanlıydı. Odasına girip ardından kapıyı sertçe kapatmaya yeltendi Kaveh ancak Al Haitham buna müsaade etmedi. Tek eliyle kapının kapanmasına izin vermeden ittirdi açmak için. Kaveh'in adımları geriliyor, Haitham'ın ona doğru ilerliyordu.
"Daha ne kadar kaçacaksın benden?"
Öfkesi dorukta, hâlâ bir şeyleri sindirememişken bağırdı Haitham. Bir cevap bekliyordu, bunu duymaya ihtiyacı vardı. Sevdiği adam dört duvar içinde ondan kaçamazdı artık.
"Kaçtığım falan yok."
"Öyle mi?"
Haitham, 'Bilmediğimi mi sanıyorsun' der gibi bi ses tonuyla yaklaştı ona.
"O mektuplar ne Kaveh?"
"N-ne mektubu?" Kekeliyordu Kaveh. Sevdiğini kaybedemezdi, söyleyemezdi mektupların ona ithaf edildiğini. Ne ara görmüştü? En önemlisi de okumuş muydu? İsmi yazılı mıydı? Yazmıştır elbet. O kadar atıfta bulunuyorsun, yazmamak tam bir aptallık olur. Al Haitham okuduysa sevdiğinin ondan hoşlandığını da biliyordur.
"Al Haitham!"
Ağlayarak kucağına atıldı sarışın oğlan. Yapabilecek hiçbir şeyi yoktu. Onu hiç bırakmayacasına sımsıkı sardı kollarını. Gözleri ıslanıyor, sarıldığı adamın beyaz tişörtünü ıslatıyordu. Al Haitham aniden gelen bu saldırıya karşı koyamadı, bir darbe daha aldı. Bedenini sardı usulca. Saçlarını okşuyordu her zamanki gibi. Sakinleşmesi için elinden geleni yapardı. Lakin inlemeleri göğsünde boğuklaşmış bir halde duyulurken, kolları arasında ağlayan adamın ondan hoşlanan kız için gözyaşı döktüğünü bilmiyordu Al Haitham.