Gözyaşları akşamın melteminde huzura kavuşmuş olan oğlanın tek dayanağı "o" idi.
Yağmur damlalarına maruz kaldığı bedeni, ıslanmasından ötürü grisinin koyulaştığı saçları... Al Haitham soğuktan bembeyaz kesilmiş elleriyle durmaksızın akan gözyaşlarını siliyordu oğlanın. "Tek şansım..." diyordu acı içinde inlerken. "Babacığım, neden... Neden yaptın bunu?"
Yüzüne düşen sarı bukleleri topluyordu nazikçe. Ona karşı olabildiğince hassas davranıyordu. Bu denli üzülmeyi hak edemeyecek kadar eşsiz bir oğlanın bu hâle gelmesine sebep olan adama sayıp sövüyordu içten içe. Kulakları her "Beni bırakma!" sesinin dolduruşuna geldiğinde tuttuğu elini her defasında daha fazla sıkıyordu. "Seni bırakmayacağım." demenin bir farklı yoluydu bu.
Fırtınanın altında savrulmaya müsait duran iki genci çağırmıştı Candace. Onun fikrince artık tabut başında beklemek lüzumsuzdu. Zira bir kalabalık da görülmüyorken ortada onların o hâlde bekletmemesi gerektiğini kendine görev kıldı. "Buraya gelin!" komutuna karşılık vermeyen Kaveh, susmuş boş bir ifadeyle bakıyordu tabuta, babasına. Ondan boyca uzun olan oğlan, kolunu tutup gelmesi için onu çekiştirse de tek bir cümle duyuluyordu Kaveh'in dudaklarının arasından: Gelmiyorum!
"Ya... babam onu yalnız bırakırsam bana kızarsa ya benden nefret ederse?..
Güneş bulutların ardından yer yüzüne doğmazsa, çiçekler açmazsa...
Çiçekler solar.
Tanrı babamı cezalandırıyor mu bulutların ardına gizlendiği için? Ha, Söylesene Al Haitham!
Bu gök neden kara? Bu yağmur ne diye düşüyor benim kafama? Ağlıyor mu babam? Babam can çekişiyor!"
"Yeter!"
Dedi uzun pardesüsünün önünü eliyle kapatıp Kaveh'i kolundan tutarken. Sarışın kadın sert bir edayla sürüklüyordu Kaveh'i peşinden ve gözyaşları dinmeyen oğlan itiraz dahi edemeyeceğini biliyordu annesine. Hiçbir zaman ona karşı gelmemişti, ona ne bir kötü söz ne bir yanlış hareket yapmıştı. Annesi tarafından bu şekilde cezalandırılmayı hak etmiyordu o. Onu en aciz anında kolları arasına alan kadın şimdi bir çuvalmış gibi sürüklüyordu yolun ortasında. Ama Kaveh yemeğini yemeyen bir çocuktu. Annesinin her yemek yememe cezasına maruz kaldığı için alışkındı bunlara. Bilseydi gitmezdi sadece, binmezdi o arabaya.
"Arabacı bizi almaya geldi. Acele et! Bin hemen!"
Arabaya bindi zorla hiçbir şey demeden. Aracın kapısı kapanırken yaşlı gözlerini elinin tersiyle sildi. Son kez gözleri Al Haitham'ı aradı. Onu görmeyi isterdi, annesinin onu bu arabaya sürüklemesinden çok Haitham'ın bir kez daha kolundan tutup onu çekiştirmesi, sinir bozucu bir şekilde ısrarcı davranması tercihiydi.
Onun içinde kopan fırtınalara tezat sakin bir saatti. Yağmurun altında saçları ıslatır, uykulu halden eser bıraktırmazdı. Kaveh'in burnunun kızarmasına neden oldu bu hafif soğuk hava. Haitham olsa belki kızarmış burnunun ucuna dokunur, ona "Domates!" der, alay ederdi.
Onu göremedi.
Başı öne düşmüş, saatler sürecek olan bu yolda annesi ve arabacının cilveli bakışlarına şahitti. Bedeni yanıp tutuşuyordu öfkeden, acıdan, nefretten... Yol boyunca babasının onu kurtarması için dua ediyordu ağlayarak. Onuru zedelenmiş hissediyordu onun önünde. Babasına karşı çok mahcuptu. Önünde oturan kadının telafi edemezdi hiçbir hareketini. Keşke gelseydi de onu çekip çıkarsaydı bu hapsolduğu cehennemin içinden, kendi cennetine alsaydı onu. Annesinin rezilliği yaptığıyla kalsaydı, onu üzmeye hakkı var mıydı hiç?
O gece eve adımını atmadı Kaveh. Geri döndü. Al Haitham'ın evinde, Al Haitham'ın yatağında, Al Haitham'ın kıyafetleriyle yatıyordu. Yağmurda ıslandığından üşütmüştü. Ateşi vardı, halsizdi... Al Haitham gece boyunca yanından kıpırdamadı bile. Ateşini dindirmesi için alnına koyduğu ıslak bezi her defasında değiştirdi. İştahı olmamasına rağmen ona çorba yaptı ve kendi elleriyle içirdi. Çorbanın tadı kötü olmasına karşı Kaveh itiraz etmemiş, içtiği her yudumda o fark etmese de gözlerinin içine bakar olmuştu Al Haitham'ın.
Eve geldiğinden beri bir kelime bile duyulmamıştı ağzından. Al Haitham konuşmamasının nedenini babası olduğunu biliyordu. Elinden bi şey gelmese de onun mutlu olması için uğraşmıştı tüm gece. Ancak gülümsemeyi geç, göz teması bile kuramayan bir genci nasıl mutlu edebilir insan?
Sızlanarak "Al Haitham..." dedi. Yatakta doğruldu ve başındaki bezi elleri arasına aldı. Aniden açılan kapıya kaydı gözleri. Nefes nefese kalmış, elinde tuttuğu ilaç torbasıyla odaya girdi Al Haitham. "Burdayım, ne oldu?" dedi torbanın içinden doğru ilacı seçmeye çalışırken. Olabildiğince seri davranmaya çalışıyordu.
"Beni yalnız bırakma olur mu?"
Elleri arasında kayıp gidecek olan şişeyi zor tutuyordu Al Haitham. Durdu. Bekledi.
"Sen benim en yakın arkadaşımsın, sen olmasan ne yaparım?
Söz ver bana Al Haitham, mezun olur olmaz benimle birlikte yaşayacağına, beni bırakmayacağına söz ver.
Babam kayıp gitti ellerimden. Tek sen varsın, lütfen benimle kal."
Sessizdi Al Haitham, yaptığı tek şey içinde kimyasal bulunduran şişeyi masanın üzerine koymak oldu. Ağır adımlarla ilerliyordu odada Kaveh'in ondan cevap beklemesini önemsemeksizin.
"Çok şey istiyorum, üzgünüm. Ben yalnız kalmaktan korkuyorum Al Haitham."
"Mezun olmaya gerek mi var?"
"Hm?"
Bir hışımla döndü arkasını. Gözleri halsizlikten bayılacak olan oğlanın üzerindeydi. Sorduğu sorunun neye mal olacağını düşünmeden hissettiklerini dile getirmişti sadece. Onunla yaşamak istiyordu. Merak ediyordu sabah saatlerinde güneşin o güzel yüzünü aydınlatıp onu nasıl tatlı uykusundan uyandırdığını ya da yemek yaparken nasıl göründüğünü. Çok sakardı, muhtemelen bir yumurta kırmayı bile beceremez, mutfağın altını üstüne getirirdi. En son birlikte pasta yaptıklarını hatırlıyordu. Pastayı masanın üzerine alayım derken yere düşürmüştü ve her yer pasta olmuştu! Üstelik annesi izin vermemesine rağmen bu işe kalkışmışlardı ama Al Haitham çabucak toparlamıştı etrafı, söylenerek de olsa. Gülümsemeden edemedi.
"Ayrı eve mi çıkacağız?"
"İstediğin bu değil mi?"
Her ne kadar sorsa bile Al Haitham ondan daha istekliydi. Yanakları kızarmış, elleri titrer olmuştu. Kaveh istemediğini söylese ne diyebilirdi ki?
"İstemesem sana sormam bile."
"Öff!" elinde tuttuğu nemli bezi ona fırlattı bir çırpıda. Gülüşüyorlardı elbet, birlikte yaşayacaklardı. Ne kadar ebeveynleri daha bilmese de bu karar alınmıştı. Kaveh'e ilerledi yüzündeki tebessüm solmadan. Birden bedenini iki genç adam için fazla küçük, daracık olan yatağa attı. Kaveh'in yanına uzandı, başı kucağındaydı ve kollarıyla belini sarıp sarmaladı.
"Hadi uyu."
Dedi.
"Yarın sabah evimizde uyanacağız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Love That I Hate - Haikaveh
Fiksi PenggemarÇok seviyordu Kaveh, çok güzel seviyordu...