bir gün
yaşayan hiç kimsenin
anısı olmayacağız
yine de
sonsuzluk bizmişiz gibi
yaşayacağız dünyayıunutmak ey
Tanrının anlaşılmaz bağışı
sensin hepimizin büyük hayatı✧
✧
Arkamdan iki kişinin beni kollarımdan sertçe kavramasıyla kendimi hemen geri çekmeye çalıştım. "Hayır! Hayır, ne yapıyorsunuz? Bıra- Bırak beni!" Öfkeyle onları itmeye çalıştım, çırpındım ama gücüm bir türlü yetmiyordu. Yine ve yine kendimi gereksiz, güçsüz bir zavallı olarak gördüm.
Beni sürükler gibi şömineye doğru çekiştirmeye başladılar. "Marqius! Yapma bunu. Durdur- Hayır!" Ne kadar çırpınsam da fayda etmiyordu. "Yanına kalmayacak bu yaptığın! Mahvedeceğim seni!"
Beni tutan eller fazlalaştığından bir adamın daha geldiğini fark etmiştim. Beni sertçe yere yatırdılar ve kalkmamam için omzuma, bacaklarıma yapılan baskıları çok net hissettim çünkü gerçek anlamda acımıyorlardı. Biri sol kolumu yana açıp sıyırdı ve yere bastırdı. Acıyla bağırmamak için zor tuttum kendimi.
"Sadakatsizliğinin elbette cezası olacaktı, Milena. Sadece ben sana biraz fazla imtiyaz gösterdim." dediğini duydum arkadan ama çırpınışlarımdan dolayı zor ulaşıyordu sesi bana. Açıkçası sözlerini çok umursadığım da söylenemezdi.
Gördüğüm şeyle içimdeki korku kat ve kat arttı ve artık gerçekten kafeste çırpınan kuş gibi çırpınmaya başladım yattığım yerde. Bağırdım, çığlık attım ama nafileydi. Şömineden çıkardıkları demir parçasını bana doğru yaklaştırdılar. "Yapma! Hayır, uzaklaştır şunu! Marqius, lütfen YAPMA!"
Ama duymuyordu beni. Belki de en büyük çaresizlik buydu. Bağırışlarının duyulmaması.
Yüksek Şura'nın simgesini içeren o kızgınlaşan demiri kolumun iç tarafına bastırdılar. O anki acıyla öyle bir çığlık attım ki tüm saray benim çığlığımla inlemiş gibi hissettim. Koluma sanki bir asit dökmüşlerdi de eriyor gibi hissediyordum ve hayatımda canımın hiç bu kadar yanmadığına yemin edebilirdim. Haykırışlarım ağlamalara dönerken demiri kolumdan çekmişlerdi ama acısı hala ilk anki gibi sürüyordu.
Beni tutan adamlar geri çekildiğinde kalkmak için dermanım bile kalmamıştı. Yalnızca acıdan kıvranıyordum. Yattığım soğuk zeminde yana, yanan şömineye döndüm ve artık ağlamak için bile dermansızlaşan, uyuşan bedenimle yanan, Yüksek Şura'nın simgesini belli belirsiz içeren koluma baktım. Bilerek fazla tutulmuştu kolumda o demir. Sırf daha fazla acı çekeyim diye, sırf cezamı çekeyim diye... Dayanamayacağımı biliyordu, bu ona zevk veriyordu.
Aldığım her nefes boğazıma dizilip akciğerlerimi tıkarken yalnızca yarım açabildiğim gözlerimle önümde bir dizinin üzerinde eğilen Marqius'u gördüm. Yaşadığım ve yaşayamadığım hayatımın sorumlusu adam... Ne çok şey almıştı benden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Parabellum ■ Bucky Barnes
FanfictionAlışılmışın dışında bir Bucky Barnes kurgusuna var mısınız? Bu hikayede Bucky ve Milena hiç de iyi bir başlangıç yapmamışken zorlu bir görev için bir araya gelmek zorunda kalır. İkisi aslında tek bir görev uğruna çalıştıklarını düşünürken perdenin a...