Bir Büyünün Yaradılışı

33 2 0
                                    

 Linhardt, okuduğu kitabın son kısmına gelmişti. Agnei Fablarie'nin yakalanıp işkence sonucu öldürülmesinden önce yazdığı son notların düzenlenmiş hali olan bu kitap "Büyü Yaratmak ve Sonuçları" adı verilen ve sadece üç kopyası olan özel bir kitaptı. Linhardt'ın Cawen Krallığının başbüyücüsü olması yolunda en çok işine yarayan kitap şüphesiz bu olmuştu. Bu kitap Agnei tarafından yaratılan tüm büyülerin yapım aşamasını, kullanılan malzemeleri ve nasıl keşfettiğini anlatan bir kitaptı. Ancak Linhardt bu kitabı sayısız kez okumuştu, özel şeyler fark etmemesi kesinlikle aptallık olurdu. Youvalon Krallığına açtıkları savaşın 4. Senesinde, Kitabın içinde özel bir şey fark etmişti. Kitapta Agnei'nin son sayfada yazdığı sözler sanki bir ipucu gibiydi. Bir büyücü, tıpkı Agnei gibi, hiç var olmayan bir büyüyü nasıl yaratırdı? Senelerdir tüm krallıklar, tüm ayrıkbüyücüler kendi büyülerini yaratmanın bir yolunu arardı, Linhardt son sayfayı kafasında bu düşünceler akarken çevirdi ve okumaya başladı;

*Bir büyü, o büyücünün ruhundan gelir. Ruhu güçsüz birey nasıl büyücü olamıyorsa, ruhu güçlü olmayan kimse büyüyapar olamaz. Notlarımı ele geçiren şüphesiz benim gibi güçsüz, kırılgan bir insanın bu büyülere nasıl vakıf olduğunu merak etmektedir. Unutulmamalıdır ki, bir büyücü eğer tarihe adını büyüyapar olarak kazımak istiyorsa, kendi bir yana dursun, bir şeyleri feda edebilmelidir. Ruhun bir büyünün temeli olduğuna bilmek, eğitim alan herkesin muktedir olduğu bir durumdur, benden önceki efsanevi büyüyaparlar şüphesiz ki çok derin bilgilere erişmişler ve ruhlarını eğitmişlerdir. Artık zaman ruhu eğitmek değil, eritmek vaktidir, ey bu notları okuyan yabancı, seni tek bir ruh ile sınırlayan ne oldu? *

"Diğer iki kopya ve ana notların nerede olduğunu sürekli merak etmişimdir." Dedi Linhardt iç çekerek. "Bu kadar sene bu notları okumama rağmen burada yazılanları henüz geçen sene fark etmiş olmam... Büyük bir hayal kırıklığı." Linhardt, çocukluk yılları boyunca, 'Sesizler' adı verilen bir canavarın korkusuyla yaşardı. Şu an bunların bir efsane olduğunu bilmesine rağmen sesli konuşmaya devam ederdi. Efsaneye göre 'Sesizler' insanların ses tellerinin titreşimini hisseden şeytanlardır. Kişi uzun süre konuşmazsa, öldüğünü düşünerek bu hayatta kendilerine yer edinmek için konuşmayanların bedenlerine girerek mutlak bir kontrol sağlarlarmış. Sırf bu yüzden uzun yıllardır geceleri dahi kendini iki ya da üç saatte bir uyanarak konuşmaya eğitmiştir. Tabii ki böyle şeyler efsane olarak kalsalarda Linhardt bu uyandığı süreler boyunca büyüler hakkında bazı şeyleri sesli olarak tekrar ettiği için kendisini iyi eğitmiş bir büyücü olmuştur. "Bu kitap, bir büyüyapar olmanın tek mevcut yolunu söylüyor." Diye devam etti Linhardt, elinde tuttuğu defterini çevirirken. "Kendi ruhun yetmiyorsa, başkalarının ruhlarını kullan!" Böyle şeytani bir şey öğrenilmiş olsa her krallıkta kesinlikle yasaklı olurdu. Ancak görünüşe göre Linhardt bunu deneyen ilk kişi olacağı için, psikolojik olarak yaralanacak olmasına karşın, herhangi bir ceza almayacaktı. Kaldığı çadırdan çıkarak kendine bu yolculukta atanan hizmetçinin yanına gitti. "Elric! Devriye görevinde olmayan askerlerden yanına üç-beş tane al. Bu kuşatmayı başarıya ulaştırmanın yolunu sonunda buldum." Defteri Elric'e uzattı ve devam etti. "Bu not defteri, benim bitkiler hakkındaki kendi notlarımı içeriyor. Bana 22, 53, 89 ve 167 olarak numaralandırılan sayfalardaki bitkilerden bulup gelin, defterde çizimler bulunuyor, eğer yanlış getirirseniz geri dönmeyin bile. En az hepsinden 1 sepet dolusu istiyorum. Kaytarmayın, akşama kadar malzemeler eksik gelirse şu Demirkule'ye fırlatırım hepinizi!" Elric defteri aldı, başbüyücüsünün karşında eğildi ve arkasını dönmeden geri geri yürüyerek uzaklaştı. Demirkule denilen yer, şu an kuşatmakta oldukları Youvalon Krallığının önemli kalelerindendi. Neredeyse altı ay süren kuşatma sonrası iki taraf da yorulmuş ve artık Linhardt'ın ve Percy adı verilen bir komutanın emrinde bulunan askerler kendi aralarında sıkıldıklarının ve dönmek istediklerini sinyallerini vermeye başlamışlardı. Gerekli malzemeler toplandıktan ve Linhardt'ın çadırına bırakıldıktan sonra, bizzat Linhardt tarafından büyük bir ziyafet hazırlanması söylendi. Bunun amacı hem askerlere moral vermek, hem de büyük bir olayın yaklaştığını gizliden gizliye göstermekti. Orduda belli bir seviyeye gelmiş kişilerin yaptıkları konuşmalar sonrası, gün doğumuna saatler kala, Linhardt kendi çadırına girerek malzemelerini hazırladı. Önünde 4 sepet bitki vardı. Yaptığı hesaplamalar her bitkiden bir sepetin tüm kaleyi çevreleyebileceğini gösteriyordu. Kalenin toprakta kapladığı alanı önceden hesaplattırmış olan Linhardt, bu alanı çevirecek en küçük dairenin alanını hesaplamak için bazı matematiksel işlemler yapmış, minimum ekipman ile en iyi verimi alabileceği şekilde malzemelerin miktarlarını ölçmüştü. Tam bir sepet. "Önümde dört sepet olması, kralımıza kazandıracak olduğum dördüncü kale olmasının bir habercisi mi acaba? Ne hoş bir sürpriz." Linhardt yüzünde ufak bir gülümse ile teker teker sepetleri önüne aldı ve içindeki malzemelerin doğru olmasını umdu. "Bir bakalım... 'Gecegözü' otu, 'Sarmadüş'' bitkisinden toplanan dikenler, 'Zehirzambak' özü ve son olarak 'Sisçiçeği'. Hepsi yeterli gibi duruyor. Sepetlerde birbirine çok benzeyen 'Zehirzambak' ile 'Günzehir' bitkisinin özünü karıştırdıkları yerler olmuş ancak buralarda bunlardan bu kadar fazla bulunmasını bile beklemezdim..." Bir ateş ile ısıttığı suyun kaynadığını gören Linhardt, Zehirzambak özlerini suya dökerek içindeki zehrin akmasını sağladı. "Zehirzambak bitkisi, kaynayan suda yapraklarını kaybederek sadece içindeki özün akmasını sağlayan garip bir bitkidir, genelde nasıl kullanılacağı bilinmese de yaygın bir bitkidir. Sarmadüş dikenlerini Sisçiçeğinin yapraklarına batırıp zehrini salmış Zehirzambak suyuna atmak ve ateşin altını kısmak, normalde ateş kimyasal birleşimleri hızlandırmasına rağmen, ikisinin birleşmesini hızlandırır. Bu zehri emen dikenli Sisçiçeğini alıp toz haline getirmek, sonrasında Gecegözü otunu ateşe vererek direkt bir yakıcı madde olarak zehirli Sisçiçeğini tutuşturmak, yakınında bulunan ve ortaya çıkan dumanın kokusunu direkt soluyan herkesin nefes almakta zorlanmaya başlamasını, tıpkı ruhları onları terk ediyor gibi ağızlarını açtırtmasını ve diz çöktürtmesini sağlar. Bunu hangi kitapta okumuştum acaba..." Linhardt unutmamak için yapılması gerekenleri kendi kendine tekrarlarken bir yandan da kendi dediği şeyleri yapmakla uğraşıyordu. İşi bittiğinde elinde bir sepet Gecegözü ve tüm kalenin etrafına serpebileceği kadar fazla zehirli toz vardı. Elinde tüm bir kaleyi öldürebilecek güçte bir toz olması, bunu yapabileceği anlamına gelmiyordu. Bir büyüyü yapmak için, ruh gerekiyordu. Peki Linhardt bunu yapabilecek kadar yüce ruhlu bir büyücü müydü? Bu kadar basit malzemeleri ve bu kadar basit yapımı olan bir büyü, neden tarih boyunca hiçbir büyüyapar tarafından hazırlanmamıştı? Linhardt belki de tüm savaşların tarihini değiştirebilecek bir karışım hazırlamış olabilirdi. Hem zaten böyle bir tarifi kim kitabına yazmıştı ki? Ya da bir kitapta zaten yazıldıysa neden böyle bir büyünün kullanımı daha önce duyulmamıştı? Büyüyaparlar bu büyüyü yapacak kadar güçlü ruhlara sahip değildi belki de... Ama Linhardt'ın elinde yeni ve daha önce hiç denenmemiş bir bilgi vardı. Bir büyüyü yapmak, sadece kendi ruhunu kullanmak demek değildi, en azından Agnei böyle diyordu. Ellerinde bulunan tutsaklardan birkaçını kalenin yakınlarda yakmak, onların ruhlarını da büyüye katar mıydı? Ruhlarını katsa bile, kendini bunu yaptıktan sonra nasıl affedecekti...


'Sevgili Elena,

Altı aylık bir kuşatma... Aramızda henüz çocuklar var Elena! Her nöbetten sonra ağlayanlar, açlıktan bayılanlar oluyor. Her gün yardım için dua ediyoruz. Ttasr'dan yardım diliyoruz ama, tanrımız bizi terk etti. Kimse bizi kurtarmak istemiyor. Kendini 'Adil Roderick' olarak tarih kitaplarına geçiren kral, altı aydır kalede neredeyse birbirimizin ölülerini yemeye başlayacağımız zamanlara kadar neredeydi? Aron doğduktan bir ay sonra, daha oğlumun kokusunu bile alamadan, bizi buraya atanlar... Şu an neredeler Elena? Son zamanlarımızın geldiğini hissediyorum aşkım. Yakında hepimiz öleceğiz. Yakında, Demirkule düşecek. Şu an bile dışarıda o köpeklerin eğlence sesleri geliyor. Şarkı söylüyorlar! Zafer şarkıları! Bizi bu gece neler bekliyor Elena? Ölmek... Ölmekten korkuyorum, eğer bu mesaj eline ulaşırsa, şunu asla unutma, seni seviyorum. Seni ve oğlumuz Aron'u seviyorum. '

Davis mektubu katlayıp yerinden kalktı. Dışarıdan gelen şarkı seslerine kulağını kapatmak imkansızdı. Siyah taşlardan oluşan bu kule, Demirkule, kendi komutasında olan askerleri 6 ay yaşatmıştı, peki şimdi ne değişmişti, neden şarkılar söylüyorlardı? Davis aceleyle kuşçunun yanına gitti. Mektubunu verdi ve acilen yola çıkması gerektiğini söyledi. Sonrasında dışarı çıkarak yüksek bir alana tırmandı ve askerlerini toplamak için seslendi. Toplanan askerler, buraya geldiklerinden kesinlikle daha mutsuz ve son zamanlarda biten yemek ve gelmeyen erzaklar sonucunda daha güçsüzlerdi. Başlarını dik tutmakta zorlanıyor gibi gözüken askerler Davis'in yakınlarına toplandığında, önce boğazını temizleyen ve kendi ruh halini askerlerine yansıtmamak için büyük bir uğraş gösterecek olan Davis konuşmaya başladı. "Youvalon Krallığı'nın yüce ordusu! Sizi son gelen mesajımızı haber vermek için topladım. İyi dinleyin ve kendinize gelin. Yüce kralımız Adil Roderick büyük bir orduyla Demirkule'ye geliyor! Yakında, şu an tepemizde dans edip şarkılar çalan o Cawen itlerini temizleyeceğiz, sonunda kahraman olarak anılacak, evlerimize döndüğümüzde ailelerimiz tarafından ülkeyi kurtarmış yiğitler olarak karşılanacağız! Ey yüce ordu! Kafa eğme zamanı değildir, bilin ki bu ülke sizin gibi yiğitlerini asla geride bırakmayacaktır. Kâğıtta yazılanlara göre 3 gün sonra kurtuluşa ereceğimiz an gelecek, başlarındaki başbüyücü Linhardt ve Percy toprağa gömülecek. Size söz veriyorum, hepiniz mezarlarına tüküreceksiniz!" Bu sözler, her ne kadar karınlarına inen bir tas sıcak yemek olmasa da askerlere moral vermişti. Hepsinin aklında tek bir düşünce vardı, üç gün daha. Üç gün daha dayanıyoruz ve bitiyor... 'Boş bir umut, umutsuzluktan iyidir.' Diye iç geçirdi Davis. Askerler yavaş yavaş dağılmaya başlıyordu. Komutasındaki tüm askerleri büyük bir istekle onu takip etmişti. Hepsi de bu ülkenin kahramanı olmak için yola çıkmış, hayatlarında bir başarı elde etmek isteyen insanlardı. Anlatılan tüm o efsanevi şövalyelerin hikayelerinden etkilenmiş bir avuç çocuktu bunlar. O altı ay önceki çocuklardan eser bile kalmamış, hepsi tıpkı son nefeslerini alan yaşlı ihtiyarlar gibi dolaşıyorlardı. Bu son umut, son şansımız. Üç gün içinde, gerçekten bir yardım gelmeyecek olursa, Demirkule kesinlikle düşecekti.

Tozları hazırlamasının üstünden geçen 2. Gün bitmişti. Bu geçen günlerde kendi içinde uzun tartışmalar yaşayan Linhardt, ülkesinin devamı için böyle pis bir büyü yapmaya karar vermişti. Ülkesi kadar Linhardt için de önemli bir olaydı bu. Yıllar sonra bir büyüyapar olmayı başaran ilk kişi olacaktı, tabii yeterli kadar ruh varsa. Plan basitti. Bu tozları kalenin etrafına bir daire şeklinde dökecek, ellerinde tuttukları tutsaklardan dört tanesini de kalede tespit ettikleri dört kör bölgeye yerleştirecek, uzaktan komutan Percy tarafından atılan alevli bir ok ile çiçekler tutuşturulacak ve toz ile etkileşime girerek, 4 ruhun da kurban edilmesiyle birlikte tüm kaleyi öldürecekti.

Büyük bir alarm sesi ile uyanan Davis, çadırından çıktığında etrafı sisli bir hava kaplamıştı. Herkes, hatta yalan olmasını bile bile Davis de, cidden krallarının onları kurtarmaya geldiğini düşünüyordu. Tüm kale sevinç çığlıklarıyla sevinirken, aralarda öksürmeler başladı. Bu öksürmeler yere düşmelerle sonuçlandı, neler olduğu anlaşılamadan herkes yavaş yavaş önce öksürmeye başlıyor, sonrasında dizlerinin üstüne çöküyordu. Sanki ruhları ağızlardan çıkıyor gibi ağızlarını açıp kafalarını havaya dikmiş, nefes almaya çalışıyorlardı. Hepsi yavaş yavaş diz çöktükten sonra Davis de zor nefes almaya, öksürmeye başladı. Gözlerinin dolduğunu hisseden Davis, tam olarak ne tarafından öldürüldüklerini bilmeden diğerleri gibi diz çöktü ve gözlerinden yaşlar akarken onunla gelen çocukların, kendi silah arkadaşlarının ve kalede bulunan halktan insanların da ölmesini izlerken gözlerini yavaş yavaş kapandı... 

Kısa Hikayeler GüncesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin