"Ne dersin, vuralım mı birkaç kere? Çok eğleneceksin bak,"
Tetiği çektiğinde o ses, Jisung'un beyninde yankılandı. Gözyaşları durmak bilmiyordu, nefes almakta zorlanıyordu.
Yükselen silah sesiyle, Jisung'un çığlığı odayı doldurdu.
Jisung öleceğini düşünürken önündeki adam yere yığılmıştı.
"Sana benim olana dokunmamanı defalarca söylemiştim Chris."
Jisung kafasından akan kanı umursamadan yerden kalkıp bedenini Minho'ya yasladı.
"Çok- Çok korktum Min. Beni öldürecek sandım, hiç gelmeyeceksin sandım."
Minho elindeki silahı diğer tarafa fırlatıp kendisine yaslanan çocuğa kollarını sardı ve onu iyice kendine bastırıp saçlarını okşamaya başladı.
"Özür dilerim,"
Dedi sadece. Bu şeylerin Jisung'a ne denli korku yaşattığını biliyordu, anlıyordu onu. Sonuçta hiç kimse en başından buna kolayca alışamazdı, değil mi?
En acı şekilde alışmıştı bunlara Minho.
"Han, kafan- Kafan kanıyor anasını satayım,"
Saçlarından eline bulaşan kana bakıp konuştu.
"Hastaneye gidiyoruz,"
diyerek bedenini ayırdı ondan Minho.
"Sen de gel, geleceksin benimle değil mi?"
"Geleceğim tabii, yalnız gönderir miyim seni hiç?"
"Göndermezsin,"
"Göndermem,"
Minho, evden çıkacakları sırada içerinin ölü bedenlerle dolu olduğunu gördü.
"Kapat gözlerini,"
"O zaman önümü göremem,"
Jisung'u belinden tuttuğu gibi tek hamlede kucağına aldı Minho. O anda refleksle Jisung'un ellerini onun boynuna çıktı.
"Yürüyebilirdim!"
Düşecek korkusuyla bağırdı küçük olan.
"Onu ben de biliyorum beyefendi. Sorun, yine dediklerime itiraz etmendi."
deyip dış kapıya doğru gitmeye başladı. Jisung yerde yatan bedenleri görünce kafasını direkt Minho'nun boynuna gömdü.
"Yürüyebilirim diyordun, bırakayım mı?"
Alaycı bir tavırla konuştu Minho.
"Bırakırsan, yemin ederim üstüne kusarım."
"Neymiş o zaman, haklıymışım."
"Bir an önce çıkabilir miyiz buradan?"
Minho hızlıca evden çıktıktan sonra, arabanın önüne geldiklerinde Jisung'u dikkatlice bıraktı. Daha sonra, arabanın kapısını açıp ona eliyle oturması için işaret yaptı.
"Buyurun beyefendi,"
Jisung gülerek arabaya bindi, o bindikten sonra kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçti diğeri.
---
Hemşire pansumanı bitirdikten sonra eşyaları toparlarken konuştu.
"Kafanızı bir yere çarpmayla olacak bir yaraya benzemiyor, gerçekten nasıl oldu bu?"
Minho, Jisung'un ağzını açmasına izin vermeden lafa atladı.
"Senin işin buraya gelen hastalara hesap sormak mı?"
Kadın cevap veremeden kaldı öylece.
"Anladığım kadarıyla hayır, o hâlde sadece işini yapmanı öneririm."
"İşleminiz bitti, çıkabilirsiniz Bay'ım."
Sinirle oradan ayrıldı hemşire.
"Bu arada,"
Jisung'un seslenişiyle gözlerini ona yöneltti Minho.
"Hm?"
"Felix iyi, değil mi?"
"Evet, geldiğim zaman direkt evine gitmesini söyledim."
"İyi o zaman,"
İşlemleri hallettikten sonra hastaneden çıktılar. Jisung, nereye gittiklerini bilmiyordu fakat hiçbir şey sormadı.
Kafasını karıştıran bazı şeyler vardı, Minho'ya karşı olan hisleri gibi. Ona bağlanmak istemiyordu. Duygularına engel olmaya çalışsa da Lee Minho buna izin vermiyordu.
"Han, sana diyorum."
"Efendim?"
"Ne düşünüyorsun bu kadar?"
"Hiç,"
"Neyse, geldik diyordum."
Minho arabadan indiğinde Jisung da onu takip ederek arkasından geldi.
"Burası neresi?"
diye sordu Jisung, önünde durdukları küçük dağ evine bakarken.
"Kafamı dinlemek için gelirim arada. Sen, buraya getirdiğim ilk ve tek kişisin."
Anahtarla evin kapısını açarken konuştu Minho.
"Uykum var,"
"Utandığın zaman böyle diyorsun,"
Minho arkasından içeri giren çocuğu kapıyla arasına aldı, tek eliyle kapıyı kapattı.
"Çok sinirlerimi bozuyorsun,"
diyerek göz devirdi Jisung ona.
"Benden etkileniyorsun,"
"Etkilenmiyorum,"
"Hm,"
Elini Jisung'un kalbine koydu.
"Burası öyle demiyor ama."
Jisung dibindeki adama öylece bakakaldı, hak veriyordu ona. Sözlerini, hareketlerini seçebilse de kalbinin atışına hakim olamıyordu.
"Haklısın,"
Ellerini Minho'nun boynuna doladı ve onu biraz daha kendine yaklaştırdı.
"Duygularıma engel olamıyorum, sana karşı hissettiğim bu şeyin tarifi yok. Benden izin almadan, kalbimin ritmiyle çok fena oynuyorsun."
dedikten sonra yavaşça dudaklarını Minho'nunkilere bastırıp geri çekti.
"Benim merhametim,"
Gözlerini Jisung'un gözlerine kenetledi Minho.
"Senin güzel kalbini sevmeye yetmez Jisung."
"Merhametsizliğinin, merhametine aşığım Minho."
Jisung'un cevabını aldıktan sonra, onları sert bir öpüşmenin içine sürükledi Minho.
Minho haklıydı, onun sevilmeye layık olmayan kalbi; sevmeyi de bilmezdi. Merhametsizliği, sevgisini öldürürdü daima.
Peki, merhamet neydi?
Kişinin, acı çeken birine karşı duyduğu acıma duygusuydu. İşte tam olarak bu acıma duygusu, Minho'da zerre yoktu.
Kendine bile sevemeyen bir insan, başkasını sevebilir miydi? Tam bu noktada işe, aşk denen kavram girer.
Kendine vermediği sevgiyi başkasına verebilen insan merhametlidir aslında. Ancak insanlar buna merhamet değil, aşk derdi.
Aşkın kendisi bizzat merhametsizlikti.
kizlar simdi şöyle
son iki paragrafa bakinca biraz celisiyor gibi gorunuyor ama aslinda anlatmak istedigim ilkinde genel olarak insanlarin merhameti nasil tanimladigini ikinci paragrafta ise yazarin yani benim merhameti nasil tanimladigimi anlatmak istedim
bana gore ask merhamet degil, merhametsizlik ask