𝚃𝚘 𝚋𝚎 𝚅𝚊𝚕𝚞𝚎𝚍

155 20 13
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


''Sana kahve aldım.'' San elindeki karton kutuyu sallarken arkası dönük olan minik bedene seslendi. Wooyoung dört basamaklı bir merdivenin tepesinde, duvara çizmiş olduğu dev kadın portresini boyamakla meşguldü. Yaptığı işe o kadar odaklanmıştı ki içeride çalışan inşaat ustalarının gürültüsüne karışan neşeli sesi duymamıştı bile. San cevap alamayışına aldırış etmedi. Biliyordu ki Wooyoung'un işi söz konusu olduğunda kendini dış dünyaya kapatır gözlerine perde indirir, kulaklarını tıkardı.



Elindeki karton kutuyu ilerideki masaya bırakıp vakit kaybetmeden kollarını ince bele sardı. Wooyoung ani gelişen bu temas karşısında kendini şaşırmaktan alamamış ve paniğin getirdiği sakarlıkla merdiven üstünde sendelemişti. Beline sarılan kolların üstüne ellerini yerleştirerek, sırtını arkasındaki sıcak bedene yaslandı. ''Korkma benim.'' Ensesinde hissettiği sıcak nefesle bedeni buz kesmişti. Bedeni daha önce sahip olmadığı bu dokunuşlara açtı. Güçlü kolların arasında bedenini döndürerek yüz yüze gelmelerini sağladı. San'ın kolları ince belini daha da sarmış, uzun parmakları bel boşluğunu okşamaya başlamıştı. ''Geldiğini duymadım.''




San küçüğünün yüzündeki gülümsemeye hayranlıkla bakarken, göz altlarını süsleyen morluklarda takılı kaldı. Son günlerde oldukça yoğun çalışıyorlardı. Wooyoung'un gecesine gündüzüne kattığına da şahit olmuştu fakat bu kadar yıprandığını fark etmemişti. ''Yorgun görünüyorsun. Eve gidip uyumak ister misin?'' Bakışları yüzünün her yerinde gezerken yanaklarındaki pembeliklerle küçük çocuğun oldukça tatlı olduğunu düşündü. Vücutları daha da yakın olmak isterken Wooyoung araya mesafe sokarak merdivenlerden aşağıya indi. San'ın tam yanında durup önünde resme baktı. Eve gitmek istiyordu. San'a yandan bir bakış atarak üstündeki boya tulumunu çıkarmaya koyuldu. ''Sen de bana eşlik edeceksen neden olmasın?''


Evin sessizliğine karışmış huzurlu nefes alışverişleri San'ı oldukça rahatlatıyordu. Göğsünde yatan çocuğun ipek saçlarını okşarken nasıl bu kadar kör olduğunu anlamaya çalıştı. Yıllardır yanı başında olan bu adam da huzur buluyor,, sevildiğini hissediyordu. Bu her zaman böyle olmuştu fakat San anlamak istememiş, görmezden gelmişti.


Katı yetiştirilme tarzına bir başkaldırı olarak gördüğü üniversite hayatında onlarca insanla birlikte olmuş, alkolden kafayı bulmuş, olmak istediğini sandığı o insan olmuştu. İğrenç bir insan. Sokak lambasının yansıdığı duvara diktiği gözlerinin önüne geçmişin izleri düşmüştü. Wooyoung'un bunca zamandır neler yaşamış olduğunu düşünmekten kafayı yiyecekti. Onlarca insanın ahlaksız inlemelerini duyarak uykuya daldığını, kaç gece onun yüzünden ağlamış olduğunu düşünürken kendinden bir kez daha iğrendi. Kesinlikle bu güzel çocuğun kalbini hak etmiyordu.



Wooyoung'un küçük bedeni yattığı yerde biraz daha büzülüp sıcak bedene sarılmıştı. San küçük çocuğun saçlarından gelen cennet kokuyu içine çekip, ipek saçlarına bir öpücük kondurdu. Saatlerdir Wooyoung'un odasında, onun yatağında uzanıyorlardı. Küçüğünün yorgun bedeni direnmeyip derin bir uykuya dalalı çok olmamıştı. ''San-ah'' Duyduğu fısıltıyla çocuğun saçlarında arsızca gezdirdiği parmakları durmuş, onu uyandırmış olduğunu düşünerek havada asılı kalmıştı. ''Günaydın'' Wooyoung önce yaslandığı bedene daha sonra arkasında kalan pencereden kararmış gökyüzüne bakarak zamanı algılamaya çalıştı. Yattığı yerden doğrulup ayaklarını karnına çekerek oturur pozisyona geçti. ''Ne zamandır uyuyorum. Tanrım salak gibi hissediyorum.'' Wooyoung yumruk yaptığı elleriyle gözlerini ovalarken, San karşısındaki manzaranın tadını çıkarıyordu. Hafif şişmiş gözler, kuş yuvasına benzer karmakarışık saçlar ve şişmiş kiraz dudaklar onun için oldukça mest ediciydi. O da küçük çocuk gibi doğrulup, komodine bıraktığı telefonundan saati kontrol etti. ''Aslına bakarsan sen uykuya dalalı çok olmadı. Sadece iki saat uyumuşsun.'' Her ne kadar iki saat olduğunu öğrenmiş olsa da, Wooyoung sanki günlerdir uyuyor gibi dinç hissediyordu. San'ın oldukça derli toplu duran görünüşüne baktığında onun saatlerdir ayakta olduğunu anlamıştı.



Gözleri derin kahvelerle buluştuğunda anlık bir panik vücudunu ele geçirmişti. Choi San etkisi böyle bir şey olmalıydı. ''Yemek yedin mi?'' ağzından çıkan saçma soruya gülmeden edememişti. Sormak istediği ya da söylemek istedikleri bunlar değildi. Aşk dedi içinden. Aşk adamı inletir diye boşuna dememişler. Bakışları tekrar San'ın gözleriyle buluştuğunda gamzeli gülümsemesiyle onu izlediğini fark etmişti. Genç adam çocuğu ani bir hareketle kendine çekmiş, kaçmasına engel olmak içinse kollarını ince beline sarmıştı. ''Yemek yemedim. Çünkü sensiz yediğim hiçbir şeyin tadı seninle yediklerim gibi olmuyor. Uyumadım. Çünkü uzun zamandır benden kaçtığından, saatlerce hasret kaldığım seni izlemek bana daha cazip geldi.'' Wooyoung San'ın saatlerce onu izlediğini öğrendiğinde utanmış, kızaran yüzünü gizlemek için genç adamın göğsüne saklamakta bulmuştu çözümü. ''Güzel yüzünü benden sakınma Young-ah.'' Genç adam küçüğün yüzünü görmek için kendisine bakmaya zorladı.



Nihayet göz göze geldiklerinde Wooyoung içindekileri daha fazla tutmamaya karar verdi. ''Bir gün... bir gün bile bu şekilde olabileceğimizi hayal etmedim. Edemedim. Sen benim için hep ulaşılmazdın. Evet, hayatının en büyük parçası bendim fakat tamamlanmış hissedebileceğin kadar önemli bir parça değildim işte.'' Saklandığı yerden çıkıp, dizlerinin üstünde doğruldu. Bakışlarını Sandan kaçırıp, işkence ettiği, sıkmaktan beyazlamış eklemlerle süslenmiş ellerine indirdi. ''Sana aşık olduğumu bile kendim söyleyemedim. Ben her zaman senin en yakın arkadaşındım San-ah. Şimdi düşününce beslediğim bu duygular, hissettiğim karmaşaların önüne geçemiyor. Emin misin? Ne yapmaya çalıştığını, ne istediğini bilecek kadar seni tanıyorum. Sen bunca zaman bana kör olsan da ben seni görüyordum. Benimle bir ilişkiye hazır mısın? Bunun geri dönüşü olmayacağını biliyorsun.''



San'dan gelecek cevabı duymaya hazır mıydı bilmiyordu. Fakat bu konuşmaya ne kadar ihtiyacı olduğunu, aklının bulanık hislerinin çıkmazda olduğunu anladığını umuyordu. Cümlelerini bitireli saniyeler olmuştu ki San küçük çocuğu kollarından kavradığı gibi kucağına çekmiş, elleri artık evim dediği beli kavramıştı. Wooyoung'un gözleri gerek konumundan gerekse San'a bu kadar yakın oluşundan kocaman olmuştu. Genç adam karşısındakini ürkütmemeye çalışarak yüzlerini biraz daha yakınlaştırdı. Küçük çocuğun sıcak nefesleri nemlenmiş dudaklarına çarpacak kadar yakındılar. Kiraz dudakların dikkatini dağıtmasına izin vermeden alnını küçük çocuğun alnına yasladı. ''Tereddütlerin olduğunun farkındayım. Birden bire neyin değiştiğini, nasıl bu hale geldiğimizi düşündüğünün de. Sen benim hayatımın parçası değil ta kendisisin Young. Evet korkuyorum. Ne kadar aptal bir insan olduğumu düşündükçe seni incitmekten, yaralarını saramamaktan, senin güvenli limanın olamamaktan çok korkuyorum. Senden başka kaybedecek bir şeyim yokken senin acı çekmene sebep olmaktan köpek gibi korkuyorum. Ama tüm bunlara rağmen seni seviyorum. Tıpkı senin beni sevdiğini bildiğim gibi. Seni seviyorum.''







Sonunda geri geldim. Açıkçası hem yazma becerilerimi kaybettim hem de kendi küçük işletmemi açtığım için yoğunluktan sizinle pek ilgilenemedim. Umarım bu bölüm telafi etmemi sağlar. Sizleri seviyorum. 

The Escape | WoosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin