𝙾𝚛𝚋𝚒𝚝

135 30 18
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Bir Cuma gecesiydi. Küçük çocuğun ayaklarında derman kalmamış, çilesi her köşesinden belli olan bir endama bürünmüştü. Sıcak bir duş, yumuşak bir yatak için adımlıyordu asfalt zemini. Evine, aslında ona kavuşmaktı amacı.



Öğrenci asistan çizgisinde her an tökezleyecekmişçesine koskoca bir hafta geçirmişti. Yorgun fakat mutluydu. Giydiği takımın kravatını gevşetmiş, birkaç düğmesini açarak sözde rahatlatmıştı vücudunu. Aldığı bir kaç şişe alkolü taşımasına yardımcı olan fileyi sallaya sallaya ilerledi dar sokaklarda.



Nihayet daire kapısına ulaştığında zihninden asla çıkmayan, o gün için minnettar olduğu tarihin rakamlarını tuşladı. Geniş koridora açılan kapının melodisi, boş apartman katında yankılanıp geri dönmüştü.



Elindekileri mutfak tezgahına bırakıp muhtemelen uykuda olan San'ı uyandırmak için genç adamın odasına ilerledi. İçinde tuhaf bir heyecan vardı. Sabahtan beri yakasına yapışmış, gittiği her yere onu da taşımıştı. Anlamsız ama iyi türden hissettiren bir histi bu. Nedensizdi bir kere.



Genç adamın ceviz ağacından yapılma ahşap kapısına ritmik bir iki kez vurdu. Odasının açık camından sızan hava dalgasını, kapının altındaki boşluktan hissetmişti. Eli kapının kulpuna gittiğinde güç uygulamasına gerek kalmadan kapı açılmıştı. 'Wooyoung? Neden kapımda dikiliyorsun?' İşte. Heyecanının aptal bir şeye döneceğinin ilk alametiydi bu an. San ıslak saçlarını kurulamak için yana yatırdığı kafasıyla karşısında dikiliyordu. Havlunun her savruluşunda yüzüne vuran su damlacıkları onu okyanusta boğulmaktan beter etmişti. Bakışlarını yumuşak çehreden alıp önünde duran bedeni süzdü. 'Young-ah?' Gözleri adını zikreden dudaklara çıktığında görüşü bulanıklaşmış, ortam onun için flu bir fotoğraf karesine dönmüştü.


'

Ah..şey. Kapını çaldım fakat duymadın sanırım. İçecek bir şeyler almıştım. Eğer eşlik etmek istersen seni mutfakta bekliyor olacağım.' Ona rezil olduğu anlar yaşını aşmıştı. Kızaran kulakları, boğuklaşan sesini görmezden gelmeye çalışarak hızlı adımlarla mutfağa ilerledi. Arkasından gelen bedenden yayılan ardıç kokusu içmeden sarhoş olmasına yetmişti.





Sıcak şarap eşliğinde ilerleyen akrep ve yelkovan sesleri tüm odayı etkisi altına almıştı. Şönil kumaşla kaplı koltuğun bir köşesinde genç adam otururken, Wooyoung diğer köşesine tünemişti. Küçük çocuğun bedensel yorgunluğuyla San'ın zihinsel yorgunluğu harmanlanmış, ikisini de sessizliğe itti. Wooyoung her ne kadar San'ın oturduğu tarafa bakmak istemese de gözleri bir şekilde ona kayıyordu. Elinde çevirip durduğu kadehi orta sehpaya bırakarak, vücudunu San'a çevirdi.



Genç adamın bakışları sabit bir noktaya dalmış, kendini etraftan soyutlamıştı. Bakışlarını takip ettiğinde televizyon ünitesinin üstündeki çerçeveyi fark etti. Siyah aynalı çerçeveye hapsedilmiş, ikisinin çocukluk fotoğrafını. San'ın bakışları o iki çocuktan bir an bile ayrılmamıştı.



Wooyoung oturduğu yerden kalkarak üniteye ilerledi. Toz tutmaya başlamış olan çerçeveyi eline aldı. 'Ne kadar da küçükmüşüz.' Birlikte büyümüş olmaları ona hala masalsı geliyordu. 'Kaç yaşındayız? Dokuz? Aynı boyda olduğumuza göre onda olabilir.' Fotoğraftaki gülümseyen çocuklara baktığında elbette o yılları hatta o günü hatırlıyordu. Sadece denemek istemişti. Silikleşmeye başladığı bu masalda prensin onu unutmamış olmasını umdu. 'Sekiz.' Bingo. Peri annenin sihri onunlaydı. 'O gün baban tuvallerini çöpe attığı için ağlayarak bize gelmiştin. Bütün gün kucağımda ağlayıp intikam diye sayıklamıştın.' Sevdiği adamdan dinlediği çocukluğuyla yüzünde fotoğraftakine eş bir gülümseme belirdi. '..ve sen de gidip beş kutu sprey boya çalmıştın. Ertesi gün annemler evde yokken evin tüm duvarlarına anlamsız şekiller çizmiştik.' Bakışları kesiştiğinde genç adamın yüzündeki gülümseme yüzünü kızartmıştı. İkisi de geçmişin peşine düştüğünde San oturduğu yerden ayaklanarak küçük çocuğun karşısına dikildi. Havada dans eden ardıç ve vanilya kokusunu içine çekti. Elleri karşısındaki bedenin ince belini sardığında yumuşak ipek saçlara küçük bir buse kondurdu. 'Seni özledim Young. Aramızda ne geçerse geçsin bana sığınmanı, en saçma anılarımın baş kahramanı olmanı, tatlı kahkahalarını ve en önemlisi...' Bunu nasıl tarif edeceğini bilemedi. Sır olarak kendine mi saklamalıydı? Yoksa anda mı kalmalıydı bilemedi. Bakışları günden güne güzelleşen çocuğun çehresini turladı. Elleri kavradığı beli usul usul okşamaya başladığında, çocuğun parlayan kahve kürelerine çıkardı bakışlarını. Şüpheyle bezenmiş duygularının tohumları artık filizlenmeye başlamıştı. 've en önemlisi benim olmanı. Sana ait olmayı özledim.'

The Escape | WoosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin