Hava daha yeni yeni aydınlanırken, helikopter beni indireceği yere yaklaşmıştı. Timle beraber lahmacun yememizin üzerinden 22 saat kadar geçmişti. Yemek yememizin üzerinden bir kaç saat geçti geçmedi, albay beni çağırmıştı. Her ne kadar İstanbul'da olsak da sınır dışı görevlere gönderiyorlardı. İstihbaratçı olmanın etkisi de vardı tabi ki. Ülke sınırlarımızın yakınların da bir kamp kurulmuş, kampa baskın yapmadan ise ön bir keşif istemişlerdi. O bölgenin istihbaratçısı, farklı bir kampta olduğu için, onun yerine ben gidiyordum.
Üzerimde kamuflajlarım yoktu. Normal kıyafetler giymiştim. Kamptaki birinin kıyafetlerini almak daha mantıklıydı. Yine de her ihtimale karşı, Sırt çantasında kıyafetler, konserve ve mühimmat vardı.
"Komutanım bölgeye geldik, İniş yapamıyorum. İple inmeniz gerekiyor." Kafamı sallayarak onay verdim. Helikopterin kapısını açarak ipi saldım. İçeri de olan diğer askere döndüm.
"Ben indikten sonra çantayı at."
"Emredersiniz komutanım."
Ellerimle sıkı sıkıya ipi sardıktan sonra aşağıya inmeye başladım. Hafif bir rüzgar vardı, inmemi etkileyecek bir sorun değildi. Önceden ördüğüm saçlarımdan çıkan tutamlar yüzüme geliyordu. Kafamı diğer tarafa, rüzgarın estiği tarafa çevirerek yüzümden çekilmesini sağladım. Yere bir metre kala ipten atladığım da, ellerimiz silkerek bir kaç adım geriye gittim ve kafamı kaldırdım. Asker dediğimi yaparak çantayı aşağıya attığın da, çantanın ucundan tuttum ve yere çarpmasını engelledim. Az sonra ipte hızla toplandığın da, helikopter bölgeden uzaklaşmıştı.
Kampa doğru ilerlediğim de, yakınlarında bir mağara gördüm. Çantamı oraya saklaya bilirdim, haberleşme için de gayet iyi bir yerdi. Mağaraya yaklaştığım da içerisinde sesler duymaya başladım.
"Recep yeter artık. Yoruldum canım."
"Yorulmamışsındır Gülsüm'üm. Sen bu kadar yorulmazdın." İçeriden öpüşme, koklaşma ve inleme sesleri gelip duruyordu. Hay amına koyayım. Denk gele gele bunlara mı denk gelmiştim. "Neyse hadi bu seferlik öyle olsun. Ben gidiyorum kampa, çok oyalanma gel hemen sende."
"Tamam, tamam. Git hadi sende." Mağaranın kenarına iyice sindiğim de, içeriden adam çıkmış ve kampın yolunu tutmuştu. Kadın ise hala içerdeydi. Adam gözden kaybolduğun da, kadın da mağaradan çıkıyordu ki, çıkmasına izin vermedim. Bir kolumla boynunu sarmış, diğer elimle de ağzını kapatarak mağaraya geri sokmuştum. Yerinde sürekli hareket edip, kurtulmaya çalışsa da izin vermiyordum. 5 dakika kadar daha böyle sürdükten sonra hareketleri yavaşlamış ve sonun da kesilmişti. Her şeye karşı biraz daha öyle durduktan sonra, nabzına bakarak bıraktım. Onu bir köşeye bıraktıktan sonra mağaranın önünde olan çantamı alıp geldim. Kadının üzerinde olan kıyafetleri çıkarıp kendim giymiştim. Diğer kıyafetlerimi sırt çantasına koyduktan sonra, boynumdaki künyeyi de çantaya koymuştum.
"Mağaranın duvarında bir oyuk bulduğum da çantayı oraya koymuş ve bir kaç taşla önünü kapatmıştım. Kadını ise mağaranın en dibine götürerek duvara yaslamıştım. Burası oldukça karanlıktı, hatta göz gözü görmüyor bile denilebilirdi. Zaten aydınlık olan tek yer mağaranın girişiydi. İşlerimi tamamladıktan sonra peçeyi de yüzümü kapatacak şekilde bağladım. Sadece gözlerimi açık bıraktıktan sonra mağaradan çıkıp, kampa gittim.
Kampa giriş yaptığım da, her şey normal seyrinde ilerliyordu. Her hangi bir sıkıntı varmış gibi de değildi. Dikkat çekmeden etrafta dolanıyor, teröristleri inceliyordum. Her hangi bir durum da, neyin nerede olduğunu bilmem gerekiyordu. Ayrıca o Recep denen iti bulup, ortadan kaldırmam lazımdı. O kadının ben olmadığım anlaşılırsa, her şey tehlikeye girerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIRTICI KIŞ
General Fiction'Her daim döneceğin yer evin savaşçı prenses. Evini bekletme, ben evimizin için de seni kollarımla ısıtmak için bekliyorum.' ECCEDENTESİAST kitabın eski ismiydi değişti YIRTICI KIŞ OLDU