§~10

37 7 34
                                    

25 Ekim 1996 ~ Korku

Korku nedir? Ölüm mü? Kalpteki sızı mı? Sevgisizlik mi, acı mı? Vücudunu kaplayan o derin duygu mudur? Karanlığın hapsolmuş ruhlarının çığlıkları mıdır?...

"Gel gelelim ülke gündeminin başına oturan talihsiz haberimize. Seul genel müdürlüğü yaptığı açıklamada daha yeni komiser olmuş Lee Minho'nun, aslında bir uyuşturucu mağduru olduğunu söyledi."

Genç kızın eli yavaşça radyonun sesini açmaya gitti. Kanını donduran bu gerçekler,  yetiştirdiği kardeşinin böyle bir şeye bulaştığı düşüncesi ile yiyip bitiriyordu içini. Korku. Minho'nun ablası, orada gerçek korkuyu hissetmişti.

"Geçtiğimiz günlerde Komiser Lee Minho, aldığı yüksek doz nedeniyle 14 ekip arkadaşını canice öldürerek kaçtığını ve kendini 'Han Nehri'nden atarak intihar ettiği duyuruldu. Cansız bedeni hala bulunamadı fakat tüm ekipler onu aramayı sürdürüyor.."

korku. Acı. Keder. Pişmanlık. Üzüntü. Sevgi. En çokta, hayal kırıklığı. Lee chaeryeong, o gece kardeşi Lee Minho'yu affetmemeye yemin etti. Babalarını, abilerini ve hatta annelerini bile onlardan alan katillerden biri olmuştu çünkü kardeşi. Hemde bir hiç uğruna. Yada en azından öyle sanıyordu.

Evin tüm ışıkları kapalı iken Chaer, yalnızca penceren gelen dolunay ışığı ile parlamış saate odaklıydı. Gece yarısını geçeli çoktan iki saat olmuştu bile. Tik tak, tik tak, tik tak, tak tak tak.. Beklediği ses geldiğinde titrek ayakları ile girmişti salonun koridoruna. Tepkisiz, soğuk bakışları kardeşini bulurken etrafta gergin bir hava vardı. "İyi misin, abla?" Minho, bir adım yaklaştı. Yaklaştı ki, chaeryeong bir adım geriye gitti.

"Yaklaşma, katil!" Gür çıkan ses, Minho'nun tenine işlemişti. İçinden lalisa'ya küfürler ediyordu. Etrafı yıkmak isteyen düşünceleri içini kaplarken ablasının, canından çok sevdiği tek kişinin gözlerindeki hayal kırıklığına odaklıydı. Korku. Evet o an ikisinin de hissettiği tek şey korkuydu.

"Ah, demek öğrendin." Sessiz mırıltısı ile bir adım daha yaklaştı. Adımları senkronize bir şekilde ilerlerken, Chaer'in adımları da aynı anda geriye gidiyordu. Karanlık odanın içine pencereden gelen dolunay ışığı yansıyordu. Bir buz gibi karanlık olan yüzü, ablasına ilk defa böyle bakıyordu belki de. Chaeryeong, uzun zamandır elinde tuttuğu silahı arkasından yavaşça çıkardı. Minho'nun üzerine doğrultulan silah onun için cehennem kadar sıcak olsa da, kalbi için bir cennetti belki de.

"İyice onlara benzemişsin. Babamızı alan caniyi ne çabuk unuttun. Sen bir hiçsin, Lee Minho. Verdiğim emeklere yazıklar olsun."

Minho belki de hayatında ilk kez böylesine bir acıya şahit oluyordu. O acı günü hatırladı bir anda. Yüzünü görmediği o çocuğun asker babasını defalarca kez bıçaklamasını, dolabın içinde gözünü kırpmadan kucağında baygın ablasını tuttuğu ellerini hatırladı. O cani çocuğun onları bulmaması için inanmadığı tanrıya yalvarışlarını hatırladı. Herkesin kendine özgü bir hikayesi vardı sonuçta.

"Avlanılan mı hatalı, yoksa avlanan mı ablacım?"

Üzüntü, kalpteki en derin yaradır. Sessizdir, sessizce gelir kapına. Fakat varlığı o kadar ağırdır ki, yıkılırsın. Gözyaşları ile yıkanan geceler, hıçkırıklarla dolu günler getirir.
Korku gelir peşine, o yaraya tuz basar. Üzüntünün gölgesinde saklıdır daima. Beklenmedik bir anda koparır fırtınasını.. Korku, peşini bir hayalet gibi asla bırakmaz. Gerçek gölge, korkudur aslında. Karanlıktır. İçinde onca duyguyu hapseder, kararır gitmelerini engeller. Hayatı yöneten gerçek duygulardır aslında bunlar.

PSYCHOPATH / MİNSUNGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin