Yedinci birasını içmek için tuvaletten dönen Asım zor buldu taburesini. Biraz başı dönüyordu. İlk kez geldiği bu ikinci sınıf barda dumandan göz gözü görmüyordu. "İyi ki sigara yasağı var." diye geçirdi içinden. Yasaklara uymayı sevmez ama itiraz da etmezdi Asım. Yavaşça oturdu taburesine, garsondan yeni şişesini istedi. "Aman gardaş böyle mekanlarda kupadan içersen birana su katıp getirirler." demişti en yakın arkadaşı Hasan. Neşet Ertaş'ın son zamanda "remikslenmiş" bir türküsünün çalmaya başlamasıyla bu akşamki parçalar Asım'ın dikkatini ilk defa çekti. O ana kadar ne çaldığının farkında değildi. Kendisi için özel, bir zamanlar çokça söylediği bu türkünün bu şekli kulağını tırmaladı.
Altı yıl önce üniversite okumak için geldiği İzmir'de, bu mekâna ilk defa gelmişti. "Altı yıl daha buraya kalsam bir daha gelmem." dedi kendi kendine. Altı yıl daha İzmir'de kalır mıydı, altı yıl sonra nerede olurdu Asım?
Son üç yıldır tanıştığı kişilere "İşletme son sınıfım." diyordu ama bu sene de mezun olabileceğini o da biliyordu.
Ne kadar da uzun geldi türkü. En az beş dakika geçmesine rağmen hala bitmek bilmiyordu. Kolunu her indirip kaldırışında hafifçe dengesi bozulan ahşap masanın ayağına sinirlendi. "Masanın ayağı mı suçluydu, yer mi düzgün değildi?" bunu düşünmedi Asım. Boğazından ekşi bir yudum daha geçirip şişeyi yere attığı gibi tuzla buz etmeyi, "Güzelim türkü bu hale getirilir mi be!" diye bağırıp olay çıkarmayı düşündü. Ama yapmadı. Önündeki bayatlamış sarı leblebilerden iki tane daha attı ağzına. Şimdiye kadar hiç olay çıkarmışlığı yoktu Asım'ın.
Doğup büyüdüğü Ankara'da Hasan'la beraberken ne çok söylerdi bu türküyü. Hasan, Asım'ın çocukluk arkadaşıydı, ortaokuldan. Liseyi okutmadı babası Hasan'a. "Bu çocuğun kafası kalın, anlayışı kıt, adam olmaz bundan." deyip sanayide bir kaporta ustasının yanında verdi. Sadece yazları gittikleri tamirci artık daimî işyeri olmuştu Hasan'ın. Böylelikle, yılların kiri ve yağıyla kumaşı sertleşmiş mazot kokulu yaylı koltuğun ve delik deşik olmuş kaplamasından süngerlerinin pörtlediği koyu yeşil kanepenin olduğu camekanın arkasındaki köşe Asım'la Hasan'ın akşam eğlencelerinin vazgeçilmez adresi oldu. Ustası duysa Hasan'ın kemiklerini kırardı. Tamirde arabanın olduğu günlerde ortamda bütün kokuların aşmayı başaran taze boya ve vernik karışımı kokuyu alan Asım önce biraz kaşlarını çatar, burnu alışınca kokuyu almaz olurdu. Hasan böyle günlerde tamirhaneye girdiğinde hışırtıyla derin bir nefes alır, göğüs kafesini şişiren havayı hafifçe ağzından üflerlerdi.
Biraları, çalıştığı için parası da olan Hasan alırdı Ankara'da. Asım orta gelirli bir memur çocuğu. İzmir'e gidene kadar hiç aç kaldı denemez, hiç açıkta kaldı denemez ama sigaraya verdi para göze batarken bir de içki parası denkleştirilecek harçlığı nereden bulacaktı?
Bacadan duman çıkarsa usta fark eder korkusuyla sobayı yakamadıkları o Ankara akşamlarının iç titreten, kemik sızlatan ayazında konuşturduğu uzun saplı bağlaması, patladığı türküler sayesinde Hasan'ın yüreğini ısıttığını düşünerek ödeştik varsayardı Asım. O zamanlar "Hasan'ın gerçekten bir yüreği var mı? Duyguları var mı? Kalas gibi adam, beni anlıyor mu acaba?" diye sorgulanmıyordu henüz. Hasan'ın yirmi yaşında büyük birinden ancak beklenebilecek kalınlıktaki sesiyle nadiren eşlik ederdi Asım'ın türkülerine.
Nihayet mekanın duvarlarını titreten remikslenmiş türkü bitti. Asım'ın bilmediği, yabancı dilde, hareketli bir şarkı çalmaya başladı. "Derya kesin seviyordur bu şarkıyı." diye düşündü Asım. "İstanbul'da böyle şeyler dinlemeye alışkındır o." Derya, Asım'ın baktığı ikinci kız oldu.
İlki Ankara'daki evlerinde karşı apartmanda oturan Gönül'dü. Bir seneye yakın camdan cama bakışmışlardı Gönül'le. Ne telefonlaştılar ne mesajlaştılar. Sadece pırıltılı bir bahar günü evlerinden uzakça bir çay bahçesinde yarım saat konuşup ikisi de yarım küp şekerli birer çay içtiler. Asım'ın kırdığı küp şeker, Gönül'le Asım'ın paylaştığı ilk şey oldu. İkisi de ilk beş dakika tutuktular. Fıskiyelerin havalandırdığı yeşile dönmüş havuz suyundan yüzüne uçuşan damlacıklar Gönül'ün dikkatini ara sıra dağıtsa da... Asım havuzun sesinden Gönül'ün çekingen sesini duymakta biraz zorlansa da... Beşinci dakikadan sonra sohbet aktı gitti. Kalabalık bir serçe sürüsü cıvıltıyla onlara eşlik etti. Asım 19 yaşındaydı o zaman, Gönül daha 16 yaşındaydı.
Gönül üç kardeş. Gönül'den dört yaş küçük kardeşi Ali, bir de beş yaş büyük ablası Nazan var. Nazan 12 yaşından beri merdiven altı bir konfeksiyon atölyesinde sigortasız çalışıyor. Gönül mademki ablası gibi o da çalışmıyor, o zaman bu evde işi de yoktu babasının gözünde.
Sohbetlerinden sadece bir ay yirmi iki gün sonra, o yaşında, kocaya gönderiliyordu Gönül . Ali'nin beline besmeleyle üç kere bağladığı kan rengi kuşağıyla apartmanın kapısından çıkıyordu. O esnada davulcunun tokmağı gelinliğiyle aynı renkteki dana derisini titreştirdiğinde başına inen darbelerin tesirinden günlerce kurtulamadı Asım. Duvağın altında gözlerde de yaş var mıydı? Sokaktaki bütün komşular; kimi yola inerek, kimi başını uzattığı pencereden, kimi çıkan balkondan Gönül'ün babasının evinden ayrılışını izliyordu. Kırılan testinin içindeki bozuk paraların ve şekerlerin yere saçılışına şahit olmamayı arzuladı Asım. Mahallenin çocukları küçük, rengarenk şekerleri toplamaya üşüşürken Gönül'ün hangi hayalleri saçılıp başkalarının oluyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASIM
RomanceAnkara'dan gelip İzmir'de üniversitede okuyan Asım iç çatışmalar yaşamaktadır. Her Cuma yeni bölümüyle.