Şimdi vakit kaybetmeyim." deyip koşarak banyoya gitti. Kalan derzleri sararmış, çatlak beyaz fayanslara basmasıyla ıslak ayaklarını havada buldu. Bir kaç saniye hiç hareket etmeden bekledi, bir yerlerine bir şeyler olup olmadığını anlamaya çalıştı. Kalçası fena sızlıyordu.
"Nazar çıktı." deyip fırladı ayağa. Küvetin içine dikilip koyu yeşil çiçek yapraklarıyla süslü duş perdesini çekti. Kırmızı tasını daldırdı mavi kovaya. Islığıyla en sevdiği türküleri çalarken eline aldığı keçi sütü sabununu geri bıraktı. Bugün annesinin valize koyup gönderdiği değil, Salı pazarından kendi aldığı zeytinyağlı sabunu tercih etti. Sekiz gündür su görmemiş saçları sabunla buluşmak için sabırsızlanıyordu. Aslında banyo günü dündü. Durulandı, suyu kapattı, perdeyi çekti, küvetten çıkmak için sağ bacağını kaldırırken kalçasındaki ağrı kendini hissettirdi. Banyonun ortasında dikildi, kapının koluna asılmış mavi vücut havlusuna uzanıp önce saçlarındaki fazla suyu aldı sonra aynı havluyla vücudunu kuruladı, havluyu beline sardı. Buğulanan aynanın buharını orta parmağının dışıyla sildi. Tıraş olmaktan vazgeçti, bu gün kirli sakallı hali daha yakışıklı gözüktü kendine. Fişe takılı vaziyette çamaşır makinesinin üzerinde bekleyen saç kurutma makinesini aldı, üzerinde biriken saçların pamuklandığı rulo fırça tarağıyla saçına fön çekmeye başladı. Fön çekmeyi Kasım öğretmişti Asım'a.
Kasım geceleri yorganı kafasına çekerek uyur sabah uyandığında, saçlarını kafasında yapış yapış olmuş, garip bir kokuyla bulurdu. Her sabah saçlarını yıkardı Kasım. Abisinin durumunu gören Asım, yatarken asla başını yorganın altına sokmazdı. Bir kış gecesinde abisine özenip deneyecek oldu, boğuluyorum sanıp bütün yorganı üstünden fırlatarak rahatlayabilmişti ancak.
Saçlarının fönü bitiren Asım kolonyasıyla yanaklarını şıplatmayı ihmal etmedi. Islıkla çaldığı türkülerinde ikinci tura dönüyordu.
"Acaba bugün ne giysem, Derya'nın gözüne en güzel nasıl görünebilirim?" diye sordu kendine.
Krem rengi keten gömleğini seçti. Altına koyu gri koton pantolonunu uygun buldu. Çekmecesini açıp yeni bir paket çorap aldı eline. Çorabın rengini pek düşünmedi. Bütün çorapları siyahtı Asım'ın. Hasan,
"Aman gardaş orda gızların yanında sakın beyaz çorap giyme, yoksa kıro diyolarmış adama." demişti.
Faruk'un odasında, giderken unuttuğu mavili kırmızılı bir babet çorap vardı ama ayakkabının içinde o kadar belli olmaz zaten dedi. Mutfakta sivri uçlu bir bıçak bulup çorabın eşlerini bir birine bağlayan ince beyaz ipliği kesti, çorapları giydi. Buzdolabından içi kurumaya yüz tutmuş, dışından beyaz benekler oluşmaya başlamış yarım limon parçası bulup sol avucuna yedi sekiz damla damlattı. Ellerinin birbirine sürterek limon suyunu iki elinin içine dağıttı. Her banyodan sonra dikelen saçının ince kıllarını iki eliyle uysallaştırdı. Banyoda çok oyalanmıştı, çay demleyecek vakit kalmamıştı.
Buzdolabının kapağını açtı, önünde dikilerek bulduğu kahvaltılıklardan yemeye başladı. Böyle kahvaltı yapmayı İzmir'in insanı buhar eden yaz günlerinde keşfetmişti Asım. Kapağı kapattı, evde ekmek yoktu, memleketten getirdiği Beypazarı kurularından iki tane yiyip odasına gitti. Masanın üstündeki telefonunu alıp sağ ön cebine koydu. Saatini kumaş pantolonunun cebinde bıraktı.
Asım evden çıkarken, pantolonun cebinden başını çıkarabilmeyi başarmış ıslak mendil paketinin boynu bükük kıvrık köşesi, Asım'ın yatağının tepesinde asılı duran oyma dut ağacı bağlamasıyla bakışıyordu.
Bir an önce okulda olmak isteyen Asım, "Hızlı yürürsem terlerim, en iyisi güzel havanın tadını çıkara çıkara gideyim." diye düşünürken ıslıkla çaldığı türkülerin üçüncü turuna dönüyordu.
Okula Asım'dan önce gelen Derya kantinde Dilek'le karşılaştı. Dilek, Derya'nın tiyatro topluluğundan arkadaşı, aynı zamanda sırdaşı.
"Bugün çok heyecanlıyım, Vahit hoca izlemeye gelecek mi acaba?" diye sordu Dilek.
"Aaa, bugün tiyatro çalışması vardı değil mi? Benim aklımdan tamamen çıkmış tüh!" dedi Derya.
"Bir şey mi oldu?
"Yok yok bir şey olmadı, ondaydı değil mi?"
"Evet onda."
"Fatih de geliyor değil mi?" diye sordu Dilek.
"Evet evet gelecek."
"Tamam, onda görüşürüz."
Kantinden çıkan Derya hemen Fatih'i aradı.
"Selam canım."
"Günaydın canım."
"Bugün geliyorsun değil mi kesin?"
"Evet, evet aklımda kesin geliyorum."
"Çok teşekkür ederim, bu iyiliğini hiç unutmayacağım. Dile benden ne dilersen."
"Bana bir akşam yemeği hazırlarsın artık."
"Akşam yemekleri sana kurban olsun."
"Yağcılarda inecek var."
"Tamam, tamam. Canımsın benim, çok öpüyorum. Geç kalma bak saat onda. Senin yardımın çok önemli bizim için."
"Anladım bebeğim tamam dedim ya. O iş bende merak etme sen. Bir buçuk saat sonra dibindeyim. Öptüm çok, bay."
Derya kantinde Dilek ve Fatih ile konuşurken Asım amfinin sol arka tarafında her zamanki yerine oturmuştu. Bu sene büyük ihtimalle doçent olacak Dr. Ahmet Keskin ile blok halinde yapılacak iki saat dersleri vardı. Ahmet Hoca'ya öğrenciler hocanın asistanlık yıllarından beri kendi aralarında "Profesör" derlerdi. Sınıfa giren Derya gözleriyle Asım'ı aradı, buldu. Asımın yananına gidip,
"Her zamanki yerine oturmuşsun yine." dedi gülümseyerek.
"Evet." dedi Asım.
"Ya Asım, çok çok özür dilerim ama bugün okuldan sonra benim işim varmış."
Deryanın söylediğini duyar duymaz, elinden en sevdiği oyuncağı alınmış çocuk gibi hissetti kendini Asım.
"Tiyatro topluluğundan arkadaşlarla provamız varmış bugün, ben tamamen unutmuşum. Seninle çay içecektik ama başka zaman olur mu?"
Ne diyeceğini bilemedi Asım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASIM
RomanceAnkara'dan gelip İzmir'de üniversitede okuyan Asım iç çatışmalar yaşamaktadır. Her Cuma yeni bölümüyle.