"Babam düşüncesizliğinden dolayı seni affetmek için elinden geleni yaptı ama sen onun merhametiyle dalga geçiyorsun, sen tam bir rezilsin." Kandane nefretini tükürüyordu, ifadesi de ses tonu kadar tiksinti doluydu.
"Merhamet mi? Bunun merhamet olduğunu mu düşünüyorsun? Eşimi kollarımdan çekip aldı!"
"Dram kasmayı bırak Marcus" Jorlon sıkılmış bir ses tonuyla konuştu. Yan yattı, vücudu iki kişilik koltuğa uzanmış, başını eline dayamıştı.
"Babam sana bir iyilik yaptı..." Kandane devam etti ve ben de sözünü hemen kestim.
"Bu iyilik değil. Asla gerçek anlamda eşim olamayacak biriyle bağlantı kurmaya zorlanıyorum. Timur'un hayatını tehdit etti ve şimdi benim hayatımın geri kalanını sizin gibilerle burada geçirmemi bekliyor. " Sinirle güldüm. "Sen buna iyilik mi diyorsun? Bunu merhametli bir davranış olarak mı görüyorsun?"
"Hayatının geri kalanı mı? Bir gün ölecekmişsin gibi konuşuyorsun." Jorlon güldü ve ben ona görmezden geldiği bir bakış attım.
Marcan odanın karşı tarafındaki koltuğundan içini çekti. "Bu zayıf şakalaşmadan sıkılmaya başladım. Marcus mahkemeyi izin verilen süreden önce terk ettin. Bu değerli savaşçılar senin onayın için uzun süre ve sıkı bir şekilde savaştılar ama sen onlara hiç bir şey demeden bırakma cüretini gösterdin. İki gözümle şahit olmasaydım, buna inanmazdım."
"Timur'un bana ihtiyacı vardı."
Jorlon alay etti. "İnsanla yaşama fantezilerinden ne zaman vazgeçeceksin? O asla senin olamaz, görmüyor musun? Savaşçıların en değerlisiyle nişanlandın. Sen daha büyük şeyler için yaratılmışsın."
"Nişan, Jorlon? Hangi yüzyılda olduğumuzu sanıyorsun?" Marcan dalga geçti.
"Nişanlı, kaderli, mecburiyet sözlerinin hiçbir anlamı yok, her şey var, önemli olan babamızın isteğini yerine getirmeniz ve görevinizi yerine getirmeniz. Mahkemeden çıkarken hepimizi hayal kırıklığına uğrattınız. Bir daha olmasına izin vermeyin."
Söylediklerimin tek kelimesini bile dikkate almayı reddediyorlarsa, birçoğuyla tartışmanın ne anlamı vardı? Sustum, her birini sırayla izleyerek, onlara olan asılsız nefretlerinden dolayı onlardan nefret ettim.
"Eğer hepiniz bana ders vermeyi bitirdiyseniz gitmenizi istiyorum, beni bu kadar açıkça küçümserken neden bana vaaz vermek için zahmete girdiğinizi asla anlayamayacağım. Bu sadece çoğunuzu daha da üzüyor."
Onlar ayağa kalktıklarında ben durmadım, bunun yerine kaba bir şekilde kalkmalarına izin verdim, gidişlerini izledim. Ancak onlar kapıya ulaşamadan Jorlon yüzünü bana döndü. "Biz senin kardeşiniz, seni seviyoruz... küçümsediğimiz şey senin eylemlerin, sen değil." Bu sözleri söylerken gözlerimin içine baktı ve kısa bir süre sonra diğerleriyle birlikte oradan ayrıldı.
Elbette asla beni anlamazlardı, eşlerinin hepsi onlar için seçilmişti ve görevlerini gözlerini kırpmadan kabul ediyorlardı ama bunun tek nedeni bir başkasını gerçekten önemsemenin nasıl bir duygu olduğunu asla bilmemeleri ve tabii ki babamıza karşı çıkamayacak kadar korkaklardı.
Mutfaktan bir elma almak için harekete geçmeden önce ayağa kalktım, bornozumu düzelttim sonra sessizce merdivenleri çıkıp onun hareketsiz yattığı odasına girdim. Günün yarısı geçmişti ve henüz yataktan kalkmamıştı.
"Sana bir elma getirme cüretinde bulundum." dedim odanın sessizliğine. Hiçbir şey söylemedi, orada yan yatmaya devam etti, gözleri pencereye dikildi. Meyveleri yakındaki bir masaya bıraktım ve ona doğru ilerledim. Önceki geceden beri pek bir şey söylememişti. Sanırım hata bendeydi.
YOU ARE READING
BAHİR |BxB|
FantasyUsta sınıftan bir vampir yanında bir denizciyi istediğine karar verdiğinde o denizcinin kendisine olan nefreti bile onu kendi adamı yapmaktan alıkoyamaz.