Soğuk havanın teninde bıraktığı ürpertici hisle içeri girmişti walco. omuzundan düşen saten bornozunu düzeltirken bir yandan da odayı inceliyordu. sanki az önce minho onu bu koca yatakta becermemiş gibi ilk kez görürcesine baktı o yatağa. iyi hissediyordu, sanki yenilenmiş gibiydi.
minho onu iyi hissettiriyordu.
minho ortalıkta görünmüyordu. içerisi süit olduğundan walco minho'nun arka odalarda olabileceğini düşünerek hareketlendi. bu koca oda bir daireden farksızdı. minho gerçekten iyi bir yatırım yapmış olmalıydı.
jisung'un da ondan pek bir farkı yoktu. ikisi de lüks şehir ve belirli yerlerde çeşitli kurumlar açıyorlardı. tek fark ise, jisung otel inşaatında sınırlı kalmıyordu. günden güne artan servetine bir yenisini daha ekliyordu.
bunu yaparken her zaman iki şeye önem vermişti jisung. güven ve gizlilik. zamanında yaptığı hataların dersini çok ağır çıkarttığından oldukça emin adımlarla ilerliyordu kariyerinde. gördüğü insanları mesleğine ve maddiatına göre seçiyordu jisung.
eğer konuştuğu kişi bir milyarder değilse, jisung'un o adamla bir işi yoktu. ama walco için bu geçerli değildi. o istediği kişiyle, istediği çarşafın altına girebilirdi. buna kimse karışamazdı.
walco ayağa kalkmış ve uzun koridorda ilerlemeye başlamıştı. görmesini engelleyen perçemlerini eliyle arkaya ittikten sonra gözüne çarpan köşeye doğru yöneldi sessizce. saten bornoz onu korumadığı için hala üşüse de bunu pek umursamadan devam etti.
minik adımlarıyla kısa sürede ulaştığı köşede onu boydan boya viski ve şaraplarla dolu bir vitrin karşılamıştı. arka kısmında takılı olan kırmızı led ışıklar, bardakların içerisindeki sıvıların kan renginde görünmesini sağlarken walco'nun gözünden şarapların lüks markalara ait olduğu detayı kaçmıyordu.
açıkçası, saatlerdir yemek yememesi onda açlık hissi uyandırsa da bir şeyler sipariş etmek yerine üst rafta duran şarap şişesini gözüne kestirmişti. oğlan boyunun yetmeyeceğini bilse bile uzanmaya çalışmış fakat uğraşları bir sonuca varamamıştı.
bizde bazı şeylere uzanmaya çalışırız boyumuzun yetmeyeceğini bilsek bile. çünkü hatanın veya sorunun bizde olduğunu sanarak azimle uğraşa dururuz. aslında bize gerekli olan şey sadece zamandır. çünkü bir zaman sonra artık boyumuz o şeye yeterek kolayca elimize gelecektir. yalnızca biz fazla sabırsız canlılarızdır.
bu işi kendi başına halledemeyeceğini bildiğinden viskilerle dolu vitrinin yanından ayrılarak süitin içinde minho'yu aramaya karar vermişti sessiz oğlan. walco'nun şu anda tek yapması gereken minho'yu bulmaktı ama jisung'un tonla işi ve anlaşmaları vardı. bunlardan kaçamazdı, ama walco kaçabilirdi.
uzun koridora saptığında kapalı odaya gitmeye karar vermişti. fakat adım atığında irkilerek geri çekildi. gözünde hissettiği acıyla kıstı görünmeyen göz kapaklarını sıkıca. nedeni bilinmeyen bir acıyla duvara yaslanarak eliyle ovuşturdu gözünü. bu tarifsiz acıyla uğraşırken tok bir ses geldi yaslandığı duvarın arkasındaki odadan.
"Telefonu aldın mı Felix?" sesin sahibinin minho olduğu aşikardı. jisung biraz daha kulağını verdi konuşmaya,
"Tamam dediklerimi dinle şimdi... hayır hayır önce mesajlara gir... siktir, orada şifrenin ne işi var? parmak izi bir sike yaramıyor mu, gerçi neye işe yaradıysa bu changbin salağı... girdin mi? tamam sana attığım ismi arat... hayır aptal Park değil Han olacak... aferin... nasıl? hiç mi bir bildirim veya mesaj yok? ah bu iyi değil... o zaman şimdi de bir galeriye-"
içeri giren bedenle sıçrayarak açılan kapıya baktı minho. ona ifadesiz bir suratla bakan jisung'un yüzü, koridordan gelen ışıkla korkunç görünüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i need a partner, minsung
Fanfiction"Bir ortağa ihtiyacım var, bu gece dışarıda mısın?"