Minho küçük sincabının gidişini izlemişti öylece. walco'nun aradığı küpeyi elinde sallarken sırıttı ve parmakları arasındaki parlayan küpeyi inceledi. asansörde bulmuştu bu küpeyi. kafasında ki parçalar, yavaş yavaş yerine oturmaya başlıyordu kurnaz oğlanın.
minho esneyerek ayağa kalktı ve yatağın yakınında ki çekmeceden çıkarttığı telefonun açma tuşuna basılı tuttu. telefon açılırken diğer cebindeki telefonu çıkardı minho. çalan kapı sesiyle içi daha da kıpır kıpır oldu minho'nun. gel emrini vererek adamın içeri girmesine izin verdi.
içeri giren orta boylu, geniş omuzlu ve burnunun üzerindeki çilleri belli olan sarı saçlı oğlan saygıyla eğildikten sonra iki elini önünde birleştirdi. minho'nun konuşmasına izin vermesini bekledi.
minho ise açılan iki telefonu çekmecenin üzerine koymuş, gömleğinin iliklerini çözmekle meşguldü. saat ilerledikçe düzenlenen eventin bitişine yaklaşılıyor ve after partynin başlamasına az bir süre kalıyordu.
çekmeceden çıkardığı telefonu eline aldı. sessizce arkasında duran oğlanı görmemiş gibi işine devam ediyordu. after party için seçtiği parçalara bakarken konuştu kızıl saçlı oğlan.
"Anlat bakalım Felix."
*
hyunjin yıllardır merak ettiği dudakların tadına bakmasının keyfini çıkarıyordu. Yapılması gereken toplantılar, ilgilenilmesi gereken bir parti veya şu anda olması gereken lobi umurunda değildi. Kucağında, kafasını yaslayan bedene vermişti tüm odağını.
çürük kiraz rengi dudakları, yavaş yavaş öpüyordu hyunjin. bir yandan da sırtını ovalıyordu yavru tilkisinin. çok güzeldi bu anı yaşamak. onunla arasında santimetreler kalması çok güzeldi.
jeongin, kafasını hyunjin'in omzuna koymuştu. nefesi düzene girmiş, ruhu ferahlamıştı. hyunjin'in yanında olmak jeongin'e ilaç gibi geliyordu. ama yıllardır kullanmak istediği bu ilacın uyuşturucu etkisi vermesi pek iyi bir şey değildi.
hyunjin bileğindeki gümüş renkli saate baktığında derin bir nefes verdi. gitmesi gereken bir buluşma noktası vardı ve eğer zamanında gitmezse sevgili abisinin küplere bineceğinden hiç şüphesi yoktu.
jeongin'in saçlarıyla oynarken gözlerinin içine bakarken konuştu, "bebeğim senin için seçtiğim bir takım var, onu giymeye ne dersin?" jeongin meraklı gözlerle odaya bakındı. hyunjin güldü, kolunu kaldırarak ilerideki koltuğun baş ucunu işaret etti.
"oradaki siyah gözlüğü görüyor musun? bahsettiğim parça onun altında." jeongin kafasını tekrardan hyunjin'e çevirdi "ne zamandan beri bu kadar planlısın?" sonra kıkırdadı
"doğru ya sen hwang hyunjinsin."
*
"anlamıyorum changbin, o kadar devrik cümlelerle konuşuyorsun ki." walco kısa sürede otelden çıkarak arka sokağa gitmişti. changbin'i bulduğu zaman, telaşla arkadaşının yanına gelmiş ve onu kaldırmıştı.
başını ovarak her defasında iyi olmadığını yineleyen changbin neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. jisung ise minho'nun telefonundan gelen mesajları düşünüyor, olayla bağlantısı olup olmadığını netleştirmeye çalışıyordu.
bunu changbin'e anlatıp anlatmamak arasında kalmıştı. changbin'e anlatmak... walco'ya doğru gelmiyordu. her ne kadar yakın arkadaş olsalar da minho ile changbin'in bir geçmişi vardı. jisung bunu düşünmekle meşgulken arkadan duyduğu adım sesleriyle kimliğini gizlemek için hızlıca changbin'e sarıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i need a partner, minsung
Fanfiction"Bir ortağa ihtiyacım var, bu gece dışarıda mısın?"