Hastanenin o garip, gerici koridorlarında, sürüklediğim tezgahın üstündeki çiçeklerin kokusunu içime çekerek yürüyordum.
Lale ve Menekşe.
Kanser tedavisi görenlere verilebilecek tek çiçek buydu sanırım. Lale iyileşmeyi, Menekşe ise mutluluğu temsil ederdi. Onların sahip olmasının bu kadar imkansız olduğu bir şeyi çiçeğe yüklemek doğru muydu?
Bunun acısını ben anlayamazdım. Çünkü bir insanın kalbindeki ve bedenindeki yaralar, yarıştırılamazdı. Ben, ucu olmayan bir denizin ortasında yolunu bulmaya çalışan küçük bir balıktım sadece. Evim ev değildi. Çoğu sözüm doğru değildi. Çünkü benim dilim, lanetliydi.
Onların zihinleri, eviydi. Aynı zamanda dili.
Biri hariç bütün çiçekleri dağıtmayı bitirdiğimde, son kalanı kaldırdım ve altında yazan numaranın olduğu odaya doğru ilerlemeye başladım. 059. İçeriye girdiğimde, buraya uymayan bir görüntü ile karşılaştım. Yirmili yaşlarında bir kadın, balkon demirliklerinin üzerine oturmuş gökyüzünü seyrediyordu. Geceyi.
Kapı sesiyle arkasını döndüğünde gördüm yüzünü. Dağılmış ama yine de gülümseyen yüzünü. Kahverengi gözleri, bütün toprağın acısını çekmiş gibiydi sanki. Kızıl saçları, kana bulanmış gibi hissettiriyordu insanı. öyle bir bakışı vardı ki; en acı vaveylalarına rağmen, en iyi hissettiren tebessüme sahip olduğunu, ilk göz temasında anlayabilirdiniz.
Benden çiçeği balkona yerleştirmemi isteyerek gecenin huzuruna yeniden döndü. Balkona doğru ilerleyip çiçeği masaya bıraktım. Tam çıkacağım sırada, konuştu.
"Sence hastalık mı suçu doğurur, yoksa işlenen suç mu kendine has özellikleriyle hastalığa benzer bir şeyler çıkarır?"
Öncesinde, sorduğu soruyu idrak edemedim. Sesini duyunca garip hissetmiştim. Sanki yıllardır beynimde ki denizde yolunu arayan balık, gemisini bulmuştu. Bana birkaç dakika gibi gelmesine rağmen, en fazla beş saniye duraksadığıma emindim.
"Eğer tamamen şahsi fikrimle cevap vermemi istiyorsan, ikisi de değil. Bence suçu doğuran asıl şey, karşılanamayan ihtiyaçtır."
"Ama sırf ihtiyacını karşılayamadığı için suça karışıyorsa, bu bir delilik göstergesi değil midir?"
"Buna katılmıyorum. Eğer söylediğin şey istekleri üzerine suç işleyenler olsaydı benim açımdan haklı olabilirdin. Ancak ihtiyaçlarını karşılayamayanların suça sürüklenmesi, delilik değil, toplumun eksikliğinin bir göstergesidir."
Gözlerime baktı. Derinine ve daha da derinine. Sanki küçük bir edebi sohbette bile ruhumu, kaygılarımı, düşüncelerimi ve daha fazlasını görebiliyormuş gibi baktı bana. Ama bir ihtimal daha vardı ki; belki de sadece ben öyle sandım.
Tebessüm edip kafasını salladıktan sonra odadan çıktım ve düşündüm. Belki on, belki on beş dakika boyunca yaptığım tek şey düşünmek oldu. Nasıl olurdu da bu kadar yorgun bir beden ve zihinde, yeni fikirlere ve felsefi düşüncelere bu kadar açık bir kalp yatabilirdi?
Saatler sonra, uyumadan hemen önce bugüne dair aklımda kalan tek şey o odada geçirdiğim birkaç dakika ve şu sözdü; 'Suç, deliliği kendine akıl edinmiş toplumun bedelidir.'
☆~