Günler geçti, ben yine buradayım. Dönüm noktamda. Yaşamımın ve hayatımın buluştuğu o hastane odasında. Günler geçti, ben yine onu düşünüyorum. Kulaklarım dış dünyaya kapalı, zihnimde yankılanıyor o acı vaveylaları. Karşı koyamıyorum.
Vaveylaları bana delicesine tuhaf hissettiriyordu; sesi huzur verici, melodisi iz bırakıcı. Kalan lekesi, ayrı diyarlara yolculuk ettiriyordu. Bu yolculuk, 'Belki başka yerlerde hayat var.' diye bağırıyordu sanki.
İçimdeki balığı, kendine ait dalgalarında boğuyordu.
Vaveylaları yetmiyordu yüreğimdeki o boşluğu kapatmaya. Elime bir yara bandı bırakırdı belki, burada olsaydı tabii.
Göz perdem yanımda olmadığı halde, bu zihnimi durdurmaya yetmiyordu. Karış karış gezinen sesinde huzur bulurken, daha önce hiç yapmadığıma emin olduğum için oda da gezindim. Sıradan bir hastane odası olmaktan çok uzaktı. Duvarlar zambak beyazında boyanmış, üstüne ise büyüleyici bir Gogh tablosuna yakın fırça darbeleri bırakılmıştı. Mükemmel değildi, kusursuz olmasının en büyük yanı da buydu zaten.
Yatağının kenarına dizi dizi kitaplar bırakmıştı. Çoğunu açık düşünceleri sayesinde ondan biliyordum şüphesiz. Suç ve Ceza,
'Sence hastalık mı suçu doğurur, yoksa işlenen suç mu kendine has özellikleriyle hastalığa benzer bir şeyler çıkarır?'
'Eğer tamamen kendi şahsi fikrimle cevap vermemi istiyorsan, ikisi de değil. Bence suçu doğuran asıl şey; karşılanamayan ihtiyaçtır.'
Dorian Gray'in Portresi;
'Kitap gibi konuşuyorsun' dedim, 'Neden yazmıyorsun?'
'Bu soruya verebileceğim net bir cevap hatırlıyorum, Dorian Gray'in Portresi idi sanırsam.'
İnsanlığımı yitirirken;
'Toplum dediğin biziz, yani kendimiz.'
Çekmece veya dolaplarının üstünde daima onu o yapan özelliklerden bulunduruyordu. Ama asıl dikkatimi çeken şey, kurutulmuş çiçeklerle donatılmış bir tabloydu. Ayçiçeği, zambak, kiraz çiçeği, krizantem, menekşe ve lale... En küçük olmasına rağmen en huzura bulanmış olan üç yapraklı bir yoncaydı. Dördüncü bir yaprak olan umudu, bulamamıştı belli ki. Bunun en net kanıtı, balkonundaki ansızın ve acısız ölümü simgeleyen kiraz çiçekleriydi.
Yonca rengi gözlerim, onun umudu olabilir miydi? Ben Umut'tum, aynı zamanda umut. Fakat ne yarar? Onun umuduna ilaç olamayınca.
Ben gezmeye devam ederken kapı açıldı. Kapı aralanınca gördüm yüzünü; dağılmış ama yine de gülümseyen yüzünü. Gözleri öyle bir dert içerisindeydi ki, sanki kızıl tutamlarındaki bütün kanı gözleri çekmişti. Yüreğim sızladı, zihnim bulandı. Tek göz temasında duyabildiğim vaveylalar huzur vermiyordu bana. Melodisi umudu deliyor, lekesi iz bırakıyordu.
"Biraz düşündüm de, ömrü kısa olan kelebeğin sevmesi bencillik değil mi? Sonuçta günün sonunda ölerek papatyanın mutluluğunu çalacak."