Günler geçti, belki de haftalar geçecek ama ben yine ordayım. Ben yine zihnimde, yine evimdeyim. O içimdeki balık, hala denizin ortasındaydı ve hala kayıptı. Ama bulmuştu, hayata tutunacağı bir şey bulmuştu. Sanıyorum ki ne olduğunu kendisi bile bilmiyor. Ancak yaşıyor, yaşadığını artık tam anlamıyla hissediyor.
Karşımda ki gelinciğin burnuna aynı kan çekmiş saçları kadar parlak ve kızıl kanatlı bir kelebek konunca dönebildim gerçekliğe. Korkarım aslında, bir Gogh tablosu kadar kusursuz ve dağınık çizilmiş mayıs çiçeğinin gerçek olmamasına.
Mayıs, burnuna konan kelebek karşısında huylanıp kovmaya yeltendiğinde, hızlı bir şekilde karşı koydum ona. Elim belki bilinçli, belki de bilinçsiz bir şekilde boynumda ki fotoğraf makinesine uzandı. Ne olduğunu anlamadan, bir düğmeye bastığımda gerçekleşti her şey. Şu dakika, şu saniye, şu gün ölümsüzleşti. Bu kelebeğin üç gün sonra ölecek olmasına rağmen, Mayıs'ın kaderinde hiç birimizin tahmin edemeyeceği bir şey gerçekleşmesi ihtimaline rağmen bu fotoğraf ölmeyecekti.
"Hey, o fotoğrafı elle tutulur bir hale getiremez misin?"
"İhtimal var ama uğraş gerektirir, bi ara denerim. İstersen bakabilirsin." diye belirtip makineyi ona uzattım.
Fotoğrafa bakınca kendi haline güldü ve tekrardan bana geri verdi. Bir süre sessiz durduk. Sanki bir şey diyecekte, kafasında toparlıyor gibiydi.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordum soluksuz sessizliğe dayanamayıp. Bir süre durdu, başını eğmek yerine kaldırdı ve merak ettiğim cümleleri teker teker sıraladı.
"Seneler önce, benim bu kusurum yüzünü yeni gösterdiğinde, odamda sebepsiz bir sekilde ağlıyordum. Neye ağladığımı bilmiyor gibiydim ancak ağlarken; defalarca ölmek istemediğimi söylediğimi hatırlıyorum. Bir süre sonra ayılmaya başladığımda, burnuma bir kelebek kondu. Ve o an ant içtim kendime.
"Şu kelebeğin senden daha az, üç günlük ömrü var. Ama yinede hayatta ve yaşıyor. Sen hayattasın, ancak tek sorun yaşamıyor olman. Yaşa Mayıs, yaşa." O yaşımda kendime o sözü verirken çok güçlü hissetmiştim. Ancak şuan da, üç günlük ömrü olan lanet bir kelebekten daha da beterim"
Karşımda ki çökmüş kırmızı karanfil nizamında ki kadın, bana birkaç cümleyle bir yaşamlıl anlam kazandırmıştı. "Ne demeliyim?" diye sordum umutsuzluk ve kararsızlık karşısında.
"Aslında, hiçbir şey. Çünkü benim açıma göre, sessizlik bazen en iyi destektir."
Ne kadar olduğunu tarif edemeyeceğim kadar sessiz kaldık. Dillerimiz sustu, nefeslerimiz, yüreklerimiz konuştu. Ardından yine ilk cümleyi söyleyen ben oldum. "Bir hikaye duymuştum, açıkçası gerçekten etkileyici ve yürek açıcıydı. Şimdi gitmem gerekiyor ancak istersen yarın anlatabilirim. Duyunca tebessüm edeceğine eminim."
"Olur, peki ya acı bir tebessüm mü olacak yoksa tatlı bir tebessüm mü?"
"İşte orası tartışılır."
Odadan çıkarken ona en içten dileklerimle iyi geceler diledim ve çıktım. Saatler sonra, uyumadan bugüne dair düşündüğüm tek şey, o odada geçirdiğim birkaç saat ve şu düşünceydi. 'Mayıs, benim zihnimdi. Aynı zamanda evim.'
Ünlü bir şairin dediği gibi "Ben onu sevmekten önce anlamak isterim." dediği yerdeyim artık.
~★★★