|0.4|

86 21 243
                                    

"Üç günlük ömrü olan kelebeğin, evinin, zihninin, kalbinin yolunu kaybetmesinden sonra, tesadüfen bir papatyaya rastlar

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Üç günlük ömrü olan kelebeğin, evinin, zihninin, kalbinin yolunu kaybetmesinden sonra, tesadüfen bir papatyaya rastlar. Papatya ona, evinin, zihninin, kalbinin yolunu gösterir. Yani kendinin. Birbirlerine fazlasıyla zıt olmalarına rağmen, kelebeğin bir isteği ile belki de papatyanın yaşamını bitirecek olmasına rağmen, yine de yanında durur. Papatyanın evi, yıkılmış ve solmuştu. Oraya uğrayan, orada huzur bulan kimse kalmamıştı. Kelebek hayattaydı, ama papatyanın yanında yaşıyordu.

Çünkü ona göre hayatta olmak ve yaşamak arasında çok fark vardı. 

İkisi de farkındaydı ömürlerinin en berrak zamanlarını birlikte geçirdiklerinin. Ancak kelebeğin ölümüne saatler kala, ikisinin de korku kalplerini ele geçirir. Ama her şeyin sonucunda, korku hiçbir yakayı tutmaz. Çünkü korku, insana her şeyi yaptırabilir. Ve de tek bir şeyi; dizlerin titremesini ardından da düştüğünü fark etmeyi."

 Anlatırken kesilmiş nefesimi yitirmek için birkaç derin nefes alıp verdim ve Mayıs'ın yüzüne baktım. Oturduğu demirliklerin üstünde, kafasını aşağıya çevirmiş odaklanmış bir şekilde beni dinliyordu. Durduğumu bir süre geçtikten sonra fark etmiş olacak ki, bana döndü. "Hadi, devam etsene."

"Devamını hatırlamıyorum."

Yüzünde anında yer alan şaşkınlık ve gülme isteği komikti. Onunla dalga geçmediğimi sonunda anlamış olacak ki, konuşmayı akıl edebildi. "Ciddi olduğunu düşünmemiştim."

"Merak etme. Birkaç güne öğrenip geleceğim."

Anladığını belirterek başını salladı. Ben ise, başından beri sormak için can attığım soruyu sordum. "Peki ya, ne düşünüyorsun?"

Bir süre düşündü ve kafasından kuracağı cümlelerini topladı. "Bu öyküyü net bir kalıpla birleştirmek, pek uygun olmayacaktır. Çünkü başları umut verici, aynı bir beyaz gül gibi masum bir şekilde gülümseticiydi. Birbirlerine olan sadakatleri, beyaz krizantem gibiydi. Ve o acı gülümsemeyi gerçekleştiren şey son cümlelerde yatan anlamdı. Kırmızı bir karanfil gibi hissettiren, sümbül gibi sonsuz sevgiyi gösteren bir hikayeydi."

"Anladım. Biliyor musun? Hayata bakış açın gerçekten dikkate alınmaya değer."

"Teşekkür ederim ancak, yaşam bile bakış açısını önemsemiyorken, hayat bilse ne yazar?"

Hak veriyordum. Ve buna karşılık kendi zihnimden bile olsa diyebileceğim tek bir şey vardı; İnsanlık çökmüştü, cabası da, kendi hallerinde aşağıya doğru çekilirken, yüreklerinin yanı başında olan kurtuluşu görmezden geliyorlardı. Yani yaşamı.

Ve bu düşüncemi içimde, kendi zihnimde tutmak için çabaladım. Neden olduğunu bilmiyordum ama, engelleniyordum. Hem de yüreğim tarafından. Çünkü zaten bu kadar çökmüş bir kadının karşısında insanlığın bittiğini, sadece hayatta olmakla yetindiklerini söylemek, kabul edilemez bir hata gibi geliyordu. Zamansız, lekesi yüreğinden silinmeyecek bir hata.

Sonunda ise zihnimin bana vadettiği zamansız engele teslim olduğumda, bir konu başlatmak amacıyla aklımda ki kelimeleri dilime döktüm.

"Eğer sorun olmazsa bir şey sorabilir miyim?"

'Tabii' anlamında başını salladı ve bana odaklandı. 

"Kitap gibi konuşuyorsun." dedim, "Neden yazmıyorsun?" Sorum karşısında afalladığı barizdi. Çünkü konudan tamamı ile alakasız bir soruydu bu. Ama bu sefer, her zaman yaptığı gibi söyleyeceklerini önceden kafasında tartmadı. Ezbere biliyormuşçasına, rahat bir şekilde konuştu.

"Bu soruya verebileceğim net bir yanıt hatırlıyorum, Dorian Gray'in Portresi'idi sanırsam. Diyordu ki; Kitap okumaya yazmaktan daha düşkünüm Bay Erskine. Bir acem halısı kadar güzel ve hayali bir roman yazmak kesinlikle hoşuma gider. Fakat İngiltere'de gazeteler, ansiklopediler ve okuma kitapları dışında hiçbir şeyin okuyucusu yok. Dünyada, İngiliz edebiyatının güzelliğine en az meraklı insanlar İngilizler."

Anlatmaya çalıştığını, tam olarak anladığımı söyleyemezdim. İşte bu yüzdendi zaten, ona kitap gibi konuştuğunu belirtmem. Edebi ve değer görecek bir biçimde konuşuyor ve kendi aslını ifade edebiliyordu. Buna benzer satırlara, cümlelere alışkın olmayan insanların onu kolay bir şekilde anlayabileceklerini sanmıyorum. Ki buna rağmen benim bile, üzerinde düşünmemin kaçınılmaz olduğu bir şeydi. Bir sonraki geceye düşünecek, bir cevap bulacak ve yüzümle karşısına çıkacaktım.

"Anlayabiliyorum. Ayrıca bahsettiğiniz kitaptan dile aldığınız cümle 59. sayfaydı değil mi? Çünkü bunun üzerine uzunca düşünmem gerektiğini hissediyorum."

"Evet, öyle."

Ve bir gün daha ondan ayrılmak zorunda kalırken yine aynısını yaptım ve ona huzurlu gecelerini dileyip çıktım oradan. Saatler sonra, uyumadan önce bugüne dair düşündüğüm bir şey yoktu. Çünkü Mayıs, huzurlu bir bahar gibi kondu yüreğime. Aynı her gün odasına kendi ellerimle götürdüğüm kiraz çiçeği gibi. Huzur ama acı verici. Sevgi ama şefkata bulandırıcı.

Ünlü yazar Goethe'nin yazdığı birkaç cümle gibiydim "Artık güneş, ay ve yıldızlar istediği gibi dolaşabilir. Çünkü ben artık ne zaman gündüz, ne zaman gecedir bilmiyorum. Gözüm artık hiçbir şey görmüyor." Ama bunu ele alırsak, sadece bugüne kadar. Ben hala ne zaman gündüz, ne zaman gecedir bilmiyorum. Ancak o çiçeklerle dolu karanlığım, bana normal gelmeye başladı. Sevinmeli miyim bilmiyorum ama her şeye rağmen artık Umut'um. Aynı zamanda umut. 

★★★


VAVEYLA•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin