25

259 16 5
                                    

-

Yoobin

Soğuktan dolayı uyuşmuş olan ellerimi kazağımın kollarını aşağı çekerek ısıtmaya çalıştım. Sümeyye'yi o kadar uzun süredir bekliyordum ki artık gidip gitmemek arasında kalmıştım.

İçten içe onunla konuşmak ve yaptıklarını hatırlamak istemesem de eninde sonunda bu konuşmayı yapacağımızı biliyordum. Konuşmayı bir an önce yapmak ve bu yükten kurtulmak en mantıklı olandı.

Beklemekte karar kıldığımda denizin tam karşınsında bulunan banka oturdum. Bu havada sahilde buluşmak istemesi de farklı bir işkence türü olmalıydı.

Nihayetinde rüzgardan savrulan kahve tonlarındaki saçlarını gördüğümde derin bi nefes aldım. Bora çoktan nerede olduğumu sormaya başlamıştı ve ona Sümeyye ile buluştuğumu söylememek için mesajlarını görmezden geliyordum. Eğer öğrenirse eminim ki deliye dönerdi. Sümeyye'ye asla güvenmemekle birlikte onun deli olduğunu düşünüyordu. Eh, haksız da sayılmazdı.

Kalın montunun yünlü şapkasını başına geçiren kız, eski dostum Sümeyye saçlarını salık bırakmış ve bembeyaz bir yüzle bana bakıyordu.

Tam karşımda durduğunda hareketlerinde bir gariplik vardı. Sümeyye ilk defa gergin duruyordu. Onunla arkadaş da düşman da olmuştum ve her türlü yönünü bildiğim için bu tedirginliği içime büyük bir kurt düşürdü. İçimden bir his buraya gelmiş olmamın bir hata olduğunu söylüyordu. Belki de Bora'yı dinlemeliydim.

"Merhaba Yoobin." Dediğinde sesi tok ve kendinden emin çıkmıştı. Oturduğum banktan kalkarak tam karşısında durdum. "Ne söyleyeceksen, hızlı ol." Hafifçe güldü, fakat bu alay edercesine veya içten bir gülüş değildi. Acının tatlı tebessümü gibi bir şeydi.

"Yoobin, aslında seni çok seviyorum. Sana ihanet etmeyi hiç istemedim." Bu sefer gülen taraf bendim. Attığım kahkaha, boş sahilde yankılanmıştı. Metin'den gördüğüm ihanet ile Sümeyye'den gördüğüm arasında dağlar kadar fark vardı. Metin ile akrabalık bağımız olmasına rağmen ben her zaman Sümeyye'yi çok daha fazla sevmiş ve güvenmiştim. Öyle ki ondan yediğim kazığı hâlâ daha sindiremiyordum.

"Artık sana inanmıyorum, bu hatayı bir daha asla yapmam." Tek kaşını kaldırmış ve gözlerimin içine bakmıştı. Bir an önce konuşmasını ve bu buluşmayı sonlandırmak istiyordum fakat bu konuşmadan çok yüzleşmeye dönmüştü.

"Etrafındakilerin benden daha iyi olduğunu mu düşünüyorsun?" Ben daha cevap dahi vermeden montunun cebinden telefonunu çıkartarak mesajlaşma uygulamasına girdi. "O zaman kardeşine yazdığım mesajı da görmek isteyebilirsin."

Telefonunu kaldırıp Suho ile olan mesajlarını gösterdiğinde kaşlarım havalandı. "Ona seninle buluşacağımı ve gözümü kararttığımı yazdım fakat... Fakat o gelmeye bile tenezzül etmedi."

Suho'yu yarım saat öncesinde benimle tehdit etmişti. Ben burada Sümeyye'yi beklerken Sümeyye ise Suho'nun gelmesini bekliyordu fakat o ne beni aramış ne de buraya gelmişti. Yani Sümeyye'nin bana zarar vermesi umrunda bile olmamıştı.

Ben dilim tutulmuş gibi sessizce karşımda bulunan denizin sert dalgalarını izlerken Sümeyye telefonunu cebine atmıştı. "Sana burada zarar versem hiçbirinin ruhu duymaz." Diyerek beni korkutmaya çalışırken benim tek düşündüğüm Suho'ydu. Ne olursa olsun gelmesini beklerdim. En azından ben gider veya uyarırdım onu. Ne de olsa kardeştik değil mi? İnsan kardeşine karşı bu kadar acımasız olamazdı. Üstelik kendisini sevmeyen bir adam ve karşılıksız bir aşk için hiç olmazdı.

"Ne yani? Beni bunun için mi çağırdın buraya? Sırf Suho'yla konuşabilmek için mi?" Başını olumlu anlamda aşağı yukarı salladı. Aslında anlatacağı hiçbir şey yoktu beni boşu boşuna çağırmıştı.

Çinçon (bxb)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin