Söz

25 3 0
                                    

    
Ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin.
                              Romeo ve Juliet
Hiç şüphesiz ki şu an o kafeye dönüp Aramla konuştuğumuz dakikaların içinde olmayı çok isterdim.
Ya da neden mabeli uzun uzun sevmemiştim ki.
Pişmanlık.
Benim için en doğru tanım pişmanlık olurdu.
Neden daha çok sevdiklerimle vakit geçirmemiştim ki. Neden Simayla o güzel gece dedikodularımızdan daha fazla yapmamıştık.
Neden doyasıya bisiklete binmemiştim mesela. Ya da yarınlar yokmuşçasına eğlenmemiştim. İnsan ölümle burun buruna geldikçe zamanın kıymetini anlıyor derlerdi de  inanmazdım. Şu an ise bu cümleyi en iyi anlayan kişi ben olmalıyım diye düşünüyorum.
Bu tanıdık çehre beni öylesine bozguna uğratmıştı ki. Artık kimseye güvenim kalmadığına adım gibi emindim. Gerçi bu durumda adımı pek hatırladığım da söylenemezdi.
Sadece dudaklarımdan tek bir kelime döküldü Aram...
Bir anda şakağımda bir buz gibi bir soğukluk hissettim. Evet, şakağıma silah dayamışlardı. Tek yapabildiğim Aramın karanlığı andıran kapkara gözlerine bakmaktı. Göz göze geldiğimizde yine o güven veren siması belirdi yüzünde. Bana güven bir şey olmayacak der gibi bakıyordu. Saç teline bile bir şey olmayacak buna izin vermem der gibi bakıyordu. Öyleyse neden şakağıma o soğuk namlunun ucu değiyordu? Neden şu an sadece izlemekle yetiniyordu? Neden öylece duruyordu? Bu kadar kısa sürede bile güvenimi kazanabilmişti öyleyse şimdi neden sırtımdan bıçaklamıştı. Kim bilir ne için kullanacaktı beni. İnsanlara güvenmemem gerektiğini bir kez daha öğrenmiştim. O da beni bozguna uğratmıştı.
    Hiç konuşmamıştım. O da bana uyum sağlamıştı. Ama gözlerimizle anlaşabiliyorduk kelimelere gerekte yoktu pek. Konuşmasamda cümlelerim olmasa da ona olan kırgınlığımı, yüzünü bile görmek istemediğimi ondan sadece iğrendiğimi anlıyor gibiydi. Benim aksime  neden bana güven der gibi bakıyordu işte onu hiç anlayamamıştım. Kaçmaya çalışmamıştım gücüm yoktu. Göz kapaklarıma inat uyumamılıydım. Ama karanlık beni içine çekmişti bile.

                                                                             🤍

    Bilincim yerine gelmeye başladığında ilk önce burnuma  rutubet kokusu ilişti. Daha sonra gözlerimi yavaşça aralayabildim. Kaç saattir uyuyordum? Hiç bir fikrim yoktu. Başım tam anlamıyla çatlıyordu. Bir sandalyeye bağlanmış konumdaydım. Ellerimi oynatmayı denedim çok acıyordu. Burandan kurtulmam gerekiyordu etrafta kimse yoktu. Depo gibi bir yerdeydim. Karşıda bir dolap vardı. Hafif aralık duruyordu. İçinde belki buradan kurtulmama yardımcı olacak bir şeyler vardır diye dolabı açmaya çalışacaktım. Etrafa bakındım. Sadece ben vardım. Ayaklarım bağlıydı ama bacaklarımı öne arkaya sallayarak oturduğum sandalyeyi yere düşürebilirdim. Sanırım oradanda sürünürdüm. Aslına bakarsak çok mafyatik film de izlememiştim. Nereden çıkıyordu böyle planlar? Sanki kollarımı çözsem kaçabilecektim. İmkanı yoktu. Kapıyı kesinlikle kitlemişlerdir. En azından açık bırakacak kadar aptal değillerse. Ama denemekten zarar gelmezdi. Kafamda oluşturduğum planı uygulamaya yeltendim. Sorunsuzca sandalyeyi düşürebilmiştim. Bu haraketim odada.           tok bir sesin yankılanmasına sebep olmuştu. Canımda acımıştı. Ayaklarımı bir öne bir arkaya haraket ederek dolaba ulaşmaya çalıştım. Dolapla aramda çok az bir mesafe kalmıştı ki kapı bir anda açıldı.
Tam o an aklıma bir söz geldi.
İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır.
Daha yakın zamanda bir kitapta okumuştum ve çok hoşuma gitmişti. Hatta altını çizmiştim ama kendimi hiç o satırlarda hissedebileceğim aklımın ucundan geçmezdi. Bir idam mahkumunun son günüydü okuduğum kitap. Kaç saat ağlamıştım hatırlamıyorum bile. Genel olarak hassas bir insandım. Ölüm çok korkuturdu. Ama kendim ölmekten çok sevdiklerimin ölmesi korkutucu gelirdi. Ölen bir kez ölürdü ama geride kalan bin kez ölürdü
İçeriye gelene bakmak için kafamı sağa çevirdim. Kapı sağ tarafımda kalıyordu.
İçeriye giren Aramdı. Şaşırmamıştım.
İçeriye yanıma doğru ilerledi. Arkasından da aramın boyundan bir iki santim daha uzun bir adam girdi. Arama o kadar çok benziyordu ki ikizi olduğunu bile düşündürürdü insana. Bildiğim kadarıyla ikizi yoktu ama bir erkek kardeşi vardı.
Pusat Karahan.
Muhtemelen bu adam Pusat Karahandı. Saçları aramınkine zıt olarak fazla dağınıktı ve bir kaç tutamı alnına dökülüyordu. Dolgun dudakları vardı. Gözleride neredeyse sarıydı. Kehribar denebilirdi. Bir erkeğe göre oldukça muntazam bir burnu vardı. Vücududa oldukça iriydi. Heybetliydi. Aramla Pusatın çok rahat üç kişilik bir koltuğu sadece ikisinin kapladığına emindim. Pusattın da içeriye girmesiyle kapı kapandı ve ikiside bana doğru yürümeye başladılar. Sessizliği bozan aram oldu.
"İyi misin?" Şaka gibiydi. Nasıl iyi olabilirdim.
"Kaçırılan biri ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiyim sağol." Dedim alayla.
Aramla bu kadar alaylı konuşmam Pusatı şaşırtmış olcak ki kaşlarını havaya kaldırdı.
Aramda daha fazla beklemedi ve yanıma eğildi tek hamlede yerdeki sandalyeyle birlikte benide kaldırdı. Dudakları aralandı bir şey söyleyecekti ama sustu. Dayanamamış olacak ki "Özür dilerim." dedi. Ve bir kez daha beni şaşırttı. Sadece al al yüzüne bakıyordum. "Özür dilerim çok özür dilerim. Benim suçum." Beni affet der gibi bakıyordu.  Sanki onunla çok uzun yıllardır tanışıyormuşuzda hayatında ki yerim çok büyükmüşk gibi davranıyordu. Oysaki birbirimizin hayatında bir hiçtik. Akside olamazdı zaten.  "Ne pahasına olursa olsun seni bur, adan çıkartacağım. Sana söz veriyorum her şeyi anlatacağım. Tek bir saç telinin bile zarar görmesini engelleyeceğim. Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim." sözleri öylesine değilde gerçekmiş gibi hissettirdi.
Yemin gibiydi sözleri.
Bana zarar gelirse dünyayı yakarmış gibiydi bakışları.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 24 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ARAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin