Cihan beş dakikadır hamamın önünde, arabanın içinde bekliyordu. Peş peşe içtiği sigaralar da onu rahatlatıp içeri girmeye ikna edememişti. Diğer çocukların arabalarını gördüğü için içeride olduklarını biliyordu. "Belki Ali yoktur." diye düşündü. Zaten hangi yüzle gelecekti? Doğru düzgün bir açıklama bile yapmamıştı, üste çıkmaya çalışmıştı bir de. Cihan'ın gözünde bitirmişti kendini.
Bir süre daha arabada oturup çıktı dışarı. Yıkanıp, eğlenip, görevini yerine getirip bir an önce bitsin istiyordu bu gece. İçeri girdiğinde hemen gözleri Ali'yi aradı, ama gelmemişti henüz. "Demek ki gelmeyecek" deyip rahatladı Cihan.
"Nerede kaldın lan?" derken sıcaktan ve buhardan gevşemiş, iyice yayılarak oturuyordu Mağruf. Çok keyifli gözüküyordu.
"Bu yeni adete alışmaya çalışıyordum kardeşim dışarıda. Çok düşündün mü bu fikri?"
"Ben değil, yengeniz düşündü. İçkili, eğlenceli bir bekarlığa vedaya engel olmak için hamam ayarladı bize."
"Sağ olsun da, evde oturup çekirdek kola yapsaydık keşke. Soyunup yıkanmamıza gerek yoktu."
Cihan söylenerek oturdu taşa. Canı o kadar sıkkındı ki nasıl moda girip de burada eğlenerek banyo yapmaya başlayacağını bilmiyordu. Can sıkıntısını tavana çıkarak şey de o an gerçekleşti ve Ali girdi içeri. Herkesle selamlaşırken Cihan'ı es geçmiş, yüzüne bakmamıştı.
Cihan "dayan oğlum, dövme bu çocuğu bugün burada" diye geçiriyordu içinden, bakışlarını üzerine kilitlemişti. Tam karşısındaki bir taşa oturdu inat yapar gibi. Ne rahat gözüküyordu bir de. Her şey normalmiş gibi diğerleriyle konuşuyor, muhabbet açıyordu.
Gözünü hiç ayırmadan her hareketini izliyordu Cihan. Üstü çıplak, belinde peştemaliyle ilk defa onu bu kadar net görüyordu. Bembeyaz teni iyice meydandaydı ve mavi gözlerini iyice belirginleştiriyordu. Kendisine bakmıyordu o gözler ama bir baksa göreceği şey Cihan'ın öfkeli kara bakışlarıydı.
Gönül değildi Cihan'ın derdi, ama görüştükleri dönem de Ali burada olsa besbelli onu tercih ederdi. Kızgınlığı zaten kafasında büyüttüğü "mükemmel Ali" algısını iyice arttırmıştı. İsteyip de alamayacağı şey olmayan biri yerine koyuyordu onu. Ve bunu yapmak için her türlü ihanete de girişebilecek biri. Başlardaki yargılarını bırakmayacaktı işte, çok çabuk ona kanmıştı. Burada bile yeri yoktu onun. Ne ara aralarına bu kadar girmiş, yakın arkadaşları olmuştu?
Yüksek sesli konuşmalar, gülüşmeler arasında Cihan düşüncelerine dalmış gitmişti. Koray ona bakarak "Hadi." deyince kafasını çevirip anlamamış bakışlarla ona döndü.
"Keseye keseye, hadi."
"Beni es geçin, temizim ben."
Kolundan tutup çekilince kendini bir anda göbek taşının üstünde buldu. Tellak sırtını keselemeye başladığında yaşadıklarının oldukça gerçek dışı olduğuna emindi. Çünkü Koray kendisinden sonra Ali'nin de yanına aynı amaç için gitmiş, kolundan çekiştirerek kaldırmaya çalışıyordu. Cihan'ın gözleri yattığı yerden bile hala onun üzerindeydi.
"Abi yok, ben istemiyorum" diye itiraz etse de Koray başında durmuş hala ısrar ediyordu.
"Oğlum siz de ne nazlısınız be, yapacağız işte hamamda yapılacak her şeyi. Kendinizi bir bırakın." dedi Selim oturduğu yerden. Kendisi çoktan keselenmiş, görev bilinciyle ondan beklenen her şeyi yerine getirmişti.
Koray da kolundan tutunca daha fazla itiraz edemedi Ali, kalktı yerinden. Sonradan çok pişman olacaktı buna çünkü hiç kimseye belli etmese de yangınlar içerisindeydi geldiğinden beri. Bir kere bile Cihan'a bakmamıştı, bunun için büyük savaş veriyordu. Ama bu yangın yetmemiş olacak ki, kalkar kalkmaz yere düşen peştamalıyla beraber artık herkesin görebileceği şekilde kıpkırmızıydı utançtan. Bir kahkaha kopmuştu hamamda, o ise eliyle kendini kapatıp panikle yere düşen havlusuna uzandı. Aldığı gibi tekrar yere düşürdüğünde küfrederek bir kez daha aldı eline. Sonunda arkasını arkadaşlarına dönüp kapattı kendini. Zaten herkes her şeyin farkında sanıp panikten ölüyordu, şimdi tamamen çırılçıplak kalmıştı ortada. Herkes de gerçekten görmüştü onu.
"Tek kelime edeni sikerim." dedi sinirle yüzünü onlara döndüğünde.
Koray hala gülüyordu. "Aman abi, Allah korusun." dedi gözünü Ali'nin alt tarafına doğru çevirerek.
Kulaklarından gelen kahkaha sesleriyle birlikte utançtan ölüp gidecekti Ali, ama içinden "artık ne olacaksa olsun" deyip attı kendini göbek taşının üstüne. Cihanla yüzleri karşı karşıya gelmişti, hala keselenirken ona bakmaya devam ediyordu.
Ali'nin her santimini incelemişti zaten, bir orası kalmıştı ve bu çocuğun eksik ya da çirkin hiçbir tarafının olmadığına yüzde yüz emin oldu artık. Bu durum onu hem öfkelendirmiş hem de anlayamadığı bir şekilde nefesini hızlandırmıştı. Ali'nin az önce yaşadığı paniğin bir benzerini o da yaşıyordu. Daha da ilginci, bu panik öfkeden çok heyecandan kaynaklanıyor gibiydi. Gizlisi saklısı kalmamış, öylece ortadaydı Ali ona karşı. Onun çıplaklığı Cihan'ı korkutmuştu. Şimdi daha çok korkuyordu çünkü saniyeler içinde vücudundaki tüm kan birden alt taraflarına hücum etmişti. Kasıklarındaki sertlik hissini hisseder hissetmez yerinden kalktı.
"Ben çok bunaldım, hava alacağım." diyerek önce bir su döktü üstüne, sonra da hızlı adımlarla çıktı dışarı. Hemen üstünü giyinip sokağa attı kendini.
"Ben iyice kafayı yedim amına koyayım" diye geçirdi içinden, gözünü vücudunun alt tarafına çevirdiğinde eşofmanının üstünden bile hala belli olan yükseltiyi gördü. Bir sigara yakıp duvara yaslandı. En ihtiyacı olan anlarda onu hayal kırıklığına uğratan bedeninin kendine yaşattığı şeye inanamıyordu. Hala nefesini kontrol edebilmiş değildi ama peş peşe içine çekiyordu dumanı sakinleşmek için.
Dakikalar geçmiş, ikinci sigarasını da içmişti. Vücudunu kontrol edememişti ama düşüncelerini öyle bir sıkıştırıyordu ki, gündüz Elif'le yakınlaşmalarının etkisi olarak yorumladı bu durumu. O an olmayan şey durup dururken akşam olmuştu ve normaldi de aslında. İnandı bu ihtimale ama içeri tekrar girmeye cesaret bulamadı bir türlü. Mağruf'a sıcaktan bunaldığını, yarın tüm gün telafi edeceğini anlatan bir mesaj yazıp arabasına binip uzaklaştı.
*
Aradan geçen birkaç saat sonunda Ali de sonunda yatağına attı kendini. Keşke yok olup gitseydi de hiç yaşamasaydı bugünü. Her şey çok ağır geliyordu, kaldıramayacağı kadar ağır. Cihan'ın çekip gitmesi de artık sadece ondan nefret ettiğini gösteriyordu. Bu kadarına hazır değildi henüz, kolaylaştırmamıştı da hiçbir şeyi. Özlüyordu onu ve onunla konuşmak, ona rahatça bakmak istiyordu.
Bir şey hatırlamış gibi birden yatağından kalkıp çekmecesini açtı, atölyeden aldığı atkıyı eline aldı. Ne kadar saçmaladığı artık umurunda değildi, yatağa yatıp burnuna dayadı kokusunu içine çekebilmek için. Kapattığı gözlerinden bir damla yaş yastığına düşerken, elindeki atkıyı sıkıca kavradı.
*
Cihan hamamda oturduğu taşın serinliğini hissetti. Geri kalan her şey o kadar sıcaktı ki, saçının kenarlarından ter akıyor, ıslak vücuduna karışıyordu. Her yer buhardı, önünde görebildiği hiçbir şey yoktu. Ta ki karşısında buharların içinde beliren Ali'yi görene kadar.
"Ne bakıyorsun lan?" dediğini duydu ona doğru yürürken. Sesinde öfke vardı.
"Bakmıyorum."
"Bakıyorsun, görmüyorum mu zannediyorsun?"
Ali yavaş yavaş yürüyerek dibine kadar gelmişti. Gözleri mavinin öyle bir tonuna dönüşmüştü ki, lacivert bir ışık gibi parıldıyordu. Hiç kırpmadan Cihan'a bakıyordu. O ayaktayken Cihan oturduğu için boyu upuzun gözüküyordu. Tepesinde bir dev gibi dikilmişti. Otomatik bir hareketle bacaklarını açıp yayıldı Cihan oturduğu yere. Ali bunu bekliyormuş gibi ona daha fazla yaklaştı bacaklarının arasına kadar girip.
"Merak mı ediyorsun beni?" dedi alaycı bir sesle. Sonra elini belini saran peştamalın birleşme yerine götürdü. Havlunun ucundan tutup açmaya hazırlandı önünü.
Cihan rüyasındaki kadar terlemiş bir şekilde gözlerini aniden açtı. Hızlıca doğruldu yatakta, panikle üstündeki yorganı açıp kendine baktı.
"Hassiktir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daçxuri / Ateş (bxb)
RomanceAli, Ankara'da mühendislik okurken aldığı acı haberle babasının ölümünü öğrenir ve Rize'ye geri döner. Annesi ve ablasına destek olmak için bir ahşap atölyesinde çalışmaya başlar. Ancak bu atölye, eski ilkokul arkadaşı Cihan'ın babasına aittir. Yıll...