Bu bölümü beş yazar birleşip yazdık. Sanırım her şeyin eskisi gibi olmasını istiyoruz. Ama o kadar kötü yorum geldi ki... Bilmiyoruz. Gidişata göre her şey değişebilir. Final belki çok yakın, ya da bir o kadar uzak. Bunu bize zaman gösterecek. Karşınızda yeni bölüm. İyi okumalar.
Bölüm şarkısı; Cem Adrian- Herkes Gider mi?
Belirttiğimiz yerden itibaren şarkıyı dinlemeye başlamanızı ve bittiğinde yeniden başlatmanızı istiyoruz. Şimdiden teşekkürler.
Sözlerimin ardından hangi diyarlara açıldığını bilmediğim su yeşili gözlerini önümüzde uzanan yola dikmişti Kutay. Gökyüzü kızıllaşmış, alacakaranlığın o mistik büyüsü hissedilmeye başlanmıştı.
Sessizdik. Penceremden akıp giden yolu, yolun iki tarafındaki ağaçların geride kalmasını izliyordum sadece. Az önce yaşadıklarımızı düşünmemeye çalışıyordum; şu an sadece doğal güzelliklerle çevrili bir yolda, sonsuz ve rengarenk gökyüzünün altındaydık ve önemli olan tek şey buydu.
Yine de...çıkaramıyordum aklımdan bazı şeyleri.
Göz ucuyla Kutay'a baktım. Alacakaranlığın ışınları beyaz teninde oynaşıyor, su yeşili gözleri ile gökyüzünün renkleri beraberce şarkı söylüyorlardı.
Çok değil, yarım saat kadar önce bu ten ölülere has grimsi bir renk almış, derin gözlerinin bulunmaz renginin sevgi dolu şarkısı yarıda kesilmiş olabilirdi. Şu an yanımdaydı, hayattaydı fakat yarım saat kadar önce ölmüş olabilirdi. Böyle bir şeyin bir daha tekrarlanmayacağını kim garanti edebilirdi ki?
Birden artık yorulduğumu fark ettim; her şeye rağmen yaşayacak, bu yola devam edecek halim kalmamıştı.
"Durmak istiyorum. " dedim Kutay'a, kelimelerim zihnimden bağımsızca sağa sola saçılıyorlardı artık, belki onlar da sadece durmak istiyorlardı, sadece susmak; karanlık bir köşeye kıvrılıp sessizce ölümü beklemek.
Araba durur durmaz kapıyı açıp kendimi dışarı attım ve yemyeşil ağaçlara doğru yürüdüm. O arabada birkaç dakika daha kalırsam düşüncelerim beni boğardı çünkü.
Arkamdan endişeli bir yüzle gelen Kutay yanıma ulaştığında ağaçlardan birinin yanında durmuş, nefes almak için vücudumu ikna etmeye çalışıyordum; göğsünü şişir, bırak, şişir, bırak.Elimi tuttu, fakat sessizliğimizi sürdürdük. Aramızda konuşulmadan verilmiş bir söz gibiydi sessizliğimiz, anlamlı ve huzurlu.
"Ne oldu?" diye sordu en sonunda dayanamayarak.
"Sadece... Sadece sonsuza dek durmak istiyorum." Diye fısıldadım. Kutay tuttuğu elimi nazikçe kalbinin üzerine götürdü. Avuç içimi sıcacık göğsüne yasladı. Kalbi bir kuş gibiydi. Belli bir tempoda atıyordu. Hızlı ama huzur verici derecede ritimli...
"Sen Gece, sen benim yaşam kaynağımsın. Bana yaşamayı öğrettin. Gülüşünü her gördüğümde durmaya yüz tutmuş bu kalp hızlandı ve atmaya devam etti. Sana her baktığımda yaşama olan sempatim arttı. Eğer sen durursan Gece, şu an bu hissettiğin kalp atışları bırakıp giderler beni. Senin peşinden gelirler, çünkü o atışların var olma sebebi sensin. Sen uzaklaştığında kalbim ölmek üzere olan bir kuşun son çırpınışları gibi yavaşlayıp, savaşmayı bırakıyor."
Kendimi derin bir nefes almaya zorlayarak elimi kalbinin üzerinden çektim. Kollarımı kaldırıp yavaşça omuzlarına koydum. O an neden bunu yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu, yapmıştım işte. Belki minnettarlık, belki aşk, belki de korkudan kararsızlıktandı bilemiyorum. Ama o an birine ihtiyacım olduğunu hissetmiştim. Tabiî ki bu kişi Kutay'dı. Beni her zaman vazgeçtiğim anda kendimi kapattığım o boşluktan kişiydi kurtaran kişiydi zaten. Kötü anlarımda yanımda olan tek kişiydi belki de.